Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
Bize küçük yaşta öğretilen şeylerden biri de anneye, babaya ve öğretmene saygı duyulmasıydı. Çocuklarımızı da bu şekilde yetiştirmeye gayret ediyoruz. Biz bunları yaparken, başka alanlarda, kurumlarca, öğretmenlerin itibarı sarsılıyor, önüne türlü zorluklar getiriliyor, yetmiyor şiddete maruz kalıyor öğretmenler, o da yetmiyor öldürülüyor. Binbir emekle icra etmeye çalıştıkları görevlerini yerine getirirken, üstelik emeklerinin karşılığını alamadıkları gibi bir de can güvenliğini sorunu yaşıyorlar. Bugün öğretmene, doktora doğrultulan silah yarın başka mesleklere ve sonra ayrım gözletmeksizin her insana yöneltilecek, o yüzden bireysel silahlanmaya, her türlü şiddete hayır! Her türlü şiddete dur demezsek, yakındır bir silahla durdurulmamız!
Tutunamayanlar romanında intihar ederek yaşamına son veren Selim Işık, güncesinde şunları yazar:
Beni korkutan bu yaşama içgüdüsünü göğsümden söküp atabilsem, ben de çekinmeden, gururla, kişiliğimi sürdüreceğim. Fakat eve dönmek bile beni, ne pahasına olursa olsun yaşamak isteyen bir solucan yapıyor. İnsanların, güneşin ve hareketin olduğu yerde ölüm kavramına daha kolay dayanabiliyorum.
Eve dönünce, duvarlara, eşyaya sinmiş olan karanlık düşüncelerim üzerime saldırıyor: ölüme, evde katlanamıyorum. Meselenin derinine inince, beklediğini bulamazsan yıkılıyorsun. Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşun kalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım. Kuşkulu ve ürkektim. İnsanlara, ancak benim yanımda oldukları zaman güveniyordum. Benden ayrılınca beni yargılamaya başlayacaklarını ve tekrar bana döndüklerinde, artık eski sevgilerinin tükenmiş olacağını düşünerek korkuyordum. İnsanlara çok önem veriyordum aslında. Benim için ne düşünecekler diye içim titriyordu..