Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Muhlise Beyoğlu

Muhlise Beyoğlu
@Muhlisee
Kütüphaneci
Hacettepe Üniversite
Balıkesir
6 okur puanı
Ağustos 2017 tarihinde katıldı
İyi gün sinekleri!
Ya siz, ey zulmün sahipleri, çirkinliğin kapıkulları, haysiyet yoksulları… sizin nefretinizin bir ölçüsü var mı peki? İnanacağız bir tanrı, insan olacağınız bir merhamet kaldı mı?
Reklam
Yaşam ve Ölüm
Oysa bazı insanlar sahip oldukları şeylerle ya da diğer insanlarla birlikte yaşayacakları yerde onları seyrederler. Kiminin evinde yıllardır kullanılmayan ve vitrinde saklanan fincan ya da tabak takımları bulunur, kimiyse beraberliklerinde diğer insanları yalnızca izler, katılmaz ve katmaz.
Sayfa 161Kitabı okudu
Ortakyaşam İlişkisi
Aslında kadınla erkeğin kendilerini eşit hissetmeleri için mutlaka aynı toplumsal statüye sahip olmaları gerekmez. Önemli olan kadının kendine saygı duyabileceği bir ortamın yaratılabilmesidir. Kendine saygı duyan kadına erkekler de saygı duyar.
Sayfa 140Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Değersizilik Duygusu
Oysa bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.
Değersizlik Duygusu
Oysa insan, gerçeklerini tanıyabildiği oranda kendisiyle uzlaşır ve çevresine karşı da daha hoşgörülü olur.
Reklam
Öfke ve Düşmanlık
Çünkü iyi insan, çevresine olduğu kadar kendisine karşı da iyi olan kişidir.
Öfke ve Düşmanlık
Buna karşılık, insanlar vardır, sürekli başkalarının sevgisini ve onayını kazanmaya çalışır ve bunu yaparken de kişiliklerinden ödün verirler. İnsanlar vardır, diğer insanları sürekli karşılarına alır ve dünyaya karşı sonu gelmeyen bir öfke yaşarlar. Ya da insanlar vardır, başkalarıyla aralarına görünmez bir engel koyar, onlarla yakın duygusal ilişkiler kuramazlar. Süreklilik gösteren bu üç tür tutumun her birinin gerisinde korku ve kızgınlık duyguları bulunur.
insanlardan korkmak
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. Bununla kastedilen, karşımızda düşmanlar varmışcasına geliştirilecek savunma yöntemleri değil, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmektir.
Birey ve Toplum
1974 yılının Eylül ayında yaptığı bir konuşmada o zamanki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim, dünyamızın bir “çaresizlik” bunalımı geçirdiğinden söz etmiş, dünyayı egemenliği altına alan ve kaderciliğin eşlik ettiği yaygın ürküntüden duyduğu kaygıyı dile getirmişti. Kadercilik ve uyuşukluk, çevreyle baş edememenin doğal sonuçlarıdır. Geçmiş kuşakların ustası gönlünü vererek yarattığı üründen ötürü gurur duyar, sanatını yakın ilişki içinde bulunduğu çırağına en az birkaç yıllık bir sürede öğretir, bireyleşmiş olmaktan ötürü kendine saygı duyardı. Günümüz çalışanıysa, sistemi oluşturan mozaiğin yalnızca küçük bir parçası. Üstelik çoğu kez sistemin bütününden ya da sistem içerisindeki yerinden de haberdar değil. Bireyin sistem içerisindeki yerini hiçe indirgeyen böylesi bir dünyanın insanda yarattığı kopukluk bazen davranış bozukluklarına neden olmaktadır. Aslında çağdaş toplumların en önemli ruh sağlığı sorunu da budur.
Martin’i en çok şaşırtan şey onların cehaleti olmuştu. Ne olmuştu onlara? Eğitimlerini ne yapmışlardı? Kendisinin okuduğu kitaplara onlar da ulaşabilirdi. Nasıl olur da kitaplardan bir şey öğrenmezlerdi?
Sayfa 294Kitabı okudu
Reklam
Dünyanın tüm müzik uzmanları istedikleri kadar haklı olsun. Ben yine de kendi hazlarımı insanoğlunun ittifakla verdiği hükümlerden önemsiz görmeyeceğim. Eğer bir şeyi sevmediysem sevmedim demektir, o kadar. Şu güneşin altındaki hiçbir sebep sadece türdeşlerim çoğunluk olarak onu beğeniyor veya beğenilmesi gerektiğine inanıyor diye o beğeniyi benim de taklit etmemi gerektirmez. Hoşlandığım ya da hoşlanmadığım şeylerde modayı takip edecek değilim.
Sayfa 238Kitabı okudu
Güzelliğin en derinlerine, kendisi ve insanoğlu tarafından hiç bir zaman tamamen nüfuz edilememiştir. İnsanın bir şey hakkındaki nihai bilgiyi asla elde edemeyeceğini; güzelliğin gizeminin hayatın gizeminden hiç de az olmadığını, hatta güzelliğin telleriyle hayatın iplerinin birlikte dokunduğunu; kendisinin de güneş ışığı, yıldıztozu ve harikalardan oluşan o akıl sır ermez dokunun küçücük bir parçasından başka bir şey olmadığını sevgili Spencer’ı sayesinde gayet iyi biliyordu.
Sayfa 227Kitabı okudu
Buradan dağlara bakarım. Görkemli dağlara. Gözyaşı dağlara.Gökyüzü dağlara. Uzaklarda kalmış bütün yalnızlıklarım toplanıp gelmiş de beni yanlarına çağırıyormuş gibi bakarım. Susarım. Camlar tarazlanır. Her kirpiğimde bir puhu, çok uzaklardan ince tülbentlerde bir akşamı alır getirir. Çok uzaklarda çocuklar annelerinin sesiyle örterler üstlerini. Ağaçlar kendi gölgelerine gömülür. Rüzgar konacak yer bulamaz. Sokak lambaları bir gönül yarasıdır, pencerelere de yollara da aynı kederle vurur. Ben bakarım. İçime bakar gibi bakarım. Kalabalıktan korkar gibi bakarım. Selvilerle konuşur gibi bakarım. Bütün ayrılıklardan geriye kalmış ağıtlar gibi bakarım.Her taşı, her gölgesi, her rüzgârı yaşadığım zamanlardan bir sonsuzluk bağışıymış gibi bakarım.
İnsan denilen yaratığın zihninde yer etmiş olan; kendi renginin, inancının ve siyasetinin en doğrusu, en iyisi olduğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer tüm insanların kendisinden daha talihsiz konumlara sahip olduğuna inanmasını sağlayan o yaygın dar görüşlülük, Ruth’da da vardı.
Bir sürü kitap okudu ama içindeki huzursuzluk azalmak yerine daha da büyüdü. Her kitabın tek tek her sayfası bilgi âlemine açılan birer gözetleme deliğiydi. Okudukları açlığını daha da arttırdı.
Bulunduğu salona göz gezdirdikten sonra gözlerini kapayıp aklına on bin kitabın görüntüsünü getirdi. Hayır, artık denize çıkmayacaktı. Bütün güç kitaplardaydı ve eğer bir şeyler başarmak istiyorsa bunu karada yapmalıydı.
Reklam
Ne kadar da seviyordu bu ailenin üyeleri birbirini! Kızla annesinin öpüşerek selamlaştıktan sonra kollarını birbirine dolamış halde kendisine doğru yürüyüşlerini gördü zihninde beliren resimde. Halbuki kendi dünyasındaki ana babalarla çocuklar sevgilerini böyle göstermezdi. Bu hareket, yukarıdakilerin dünyasında ulaşılan varoluşun ne kadar yüce olduğunu ortaya koyuyordu. Bu dünyaya şöyle bir göz attığı kısacık zaman diliminde görmüş olduğu en güzel şeydi.
Çünkü her baba oğluna bir şeyler öğretmek, ona doğru ve gerçek olanı göstermek ister. Oysa benim sana, düşlerimden başka verebilecek bir şeyim yoktu. O yüzden sana, şimdi elinde tuttuğun garip kitabı verdim. Ama ne yazık ki Dünya’yı gösteremedim. Sana aslında Kâtip Çelebi’nin, Cihannüma adıyla tercüme edip bana bir nüshasını hediye ettiği Atlas Minor gibi bir eser bırakmak isterdim. Oysa dünyaya sırt çeviren benim gibi birinin zininde Boşluktan başka ne olabilir ki? Kendisinden düşler yarattığım Boşluğun atlasını, Atlas Vacui’yi bu yüzden yazdım: Sen okuyasın diye değil, yaşayasın diye.
Sayfa 236Kitabı okudu
“Kör ve sağır olmama rağmen seni hem görüyor, hem de duyuyorum oğlum” “ Aslında seni görüp duymaktan da öte, hem seni, hem de içinde yaşadığın dünyayı düşünüyorum.” “Sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız.” “ Rendekâr yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya.”
Sayfa 126Kitabı okudu
İnsanların Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu,açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor,bu yüzden daha rahat döşeklere , daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safada, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya’nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran’ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı.
Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?
Gerçekten de kendisine miras kalan eşyalarla döşenmiş bu rahat ve sıcak odayı, içinde hiçbir engele takılmadan kolaylıkla sürünebileceği boş bir mağaraya dönüştürmeyi; aynı zamanda da insan geçmişini aynı hızla ve tamamen unutmayı gerçekten istiyor muydu? O halde, bu noktada unutmanın eşiğinde miydi ve uzun zamandır duymadığı annesinin sesi mi onu kendine getirmişti? Odadan hiçbir şey çıkarılmamalıydı; her şey kalmalıydı. Onun durumunda, eşyaların faydaları yok sayılamazdı ve eğer eşyalar onun anlamsızca etrafta sürünmesine engel olacaksa bunun her hangi bir zararı olmazdı, aksine yararı olurdu.
Reklam
İnsan sıkıntılarını düşünmeye meyillidir ama sevinçlerini hesaba katmaz. Eğer yapması gerektiği gibi, onları da saysaydı, herkes yeterince mutluluğun kendisine sağlandığını görürdü.
Sayfa 113
İnsanın varlığının amacı, her zaman iki kere ikinin dört ettiği gibi kesin formülle ifade edilmesi gereken o elde edilecek şey değil, hayatın kendisidir. Çünkü böylesi bir kesinlik, hayat değil, ölümün başlangıcıdır. İnsan bu matematiksel kesinlikten her daim korkmuştur, ben de şu an korkuyorum. İnsanın bu kesinliği aramaktan başka bir şey yapmadığı doğrudur. Okyanusları aşıp bu uğurda canını feda eder. Oysa sizi temin ederim ki başarılı olmaktan ve onu gerçekten bulmaktan dehşet duyar. Onu bulduğunda artık arayacak hiçbir şey kalmayacağını düşünür.
" Her şeyin başlangıcı o... Sonra içimdeki bu melun şeytan... Her şeyi imkansızlığı nispetinde bana cazip gösteren, beni olmayacak şeylerin hasretiyle kavuran bu korkunç his... Ben ki bütün ömrümde hiçbir maddi arzu duymamayı kendime gurur vesilesi yapmak isterdim... Bir kadın çorabı... Aman yarabbi... Bir çorap... Hayır... Böyle değil... Ben çorap filan istemedim... Orada garip, benim elimde olmayan bir şey oldu... Parmaklarımın teri... İnsanın avucunda kayboluverecek kadar ince bir şey... Peki... Neden yerine bırakmadım?.. Muhakkak ki ruhumun benim gözümden kaçacak kadar uzak köşelerinde bir şeytan saklı... Beni oyuncak gibi kullanıyor..."
Sayfa 144 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu