Bir zamanlar Basra vilayetinin halkı İbrahim-i Edhem hazretlerine müracaat ederek dualarının kabul olunmadığından şikayet etmişler. "Halbuki Cenâb-ı Hakk'ın duaların kabul olunacağına dair sözü vardır." demişler. İbrahim-i Edhem hazretleri cevaben şöyle buyurmuşlar:
"On şeyden dolayı sizin kalpleriniz ölmüştür. Tabiatiyle
Yanında hiçbir şeyi yoktu. Mısır'dan gittiği gibi dönmüştü. Yepyeni bir şapka, milletin vekillerine meclis tarafından hediye edilen bir mavzer, İstiklal madalyası ve bir de fakfon saat. Bu saat Yeni Cami ayarlıydı, çalınmasına mani olsun diye bir meşin kordonu vardı. Akif'in dostu, onun verdiği sözü bu saatle tuttuğunu, buluşmaya geç gelenlerin ne kadar geç kaldığını gene bu saatle ispat ettiğini çok görmüştü. Bu saatin yanlış olduğunu ona kimse söyleyemezdi.
İngilizler ateş hattı ve siperlerin gerisinde kendilerine prefabrik bir kilise yaparlar. Bir pazar günü Teğmen Festings beş altı askeriyle birlikte bu kiliseye giderler. Silahsızdırlar ve ellerinde sadece İncil vardır. Dönüşte nasıl olduysa yollarını şaşırır, Türk siperlerinin hattına girerler. Bir çavuş bunları esir alır. Teğmen Festings, çavuşa: "Bizi bırakmalısın! Çünkü sizin dininizde silahsız düşmanı esir almak olmaz. Biz sadece ibadet için gidiyoruz" der. Çavuş yine de kendi karar vermek istemez, onları komutanına götürür. Türk teğmen onları dinledikten sonra: "Sadece ibadet için geldiğinize, kutsal kitabınız adına yemin eder misiniz?" deyince, onlarda yemin ederler ve serbest bırakılırlar.
İnsanlık adına verdiğimiz ders o kadar fazladır ki anlatmakla ciltlere sığmaz. Fazilet odur ki düşman dahi takdir etsin demiştik. Bu mevzu da bizi düşman olarak Çanakkale'ye gelen Avusturyalı asker A.R. Ditterich'in tespitleri anlatsın:
"Çıkarmadan önce bizlere resmen Türklerin yaralı ve esirleri sakat bırakıp işkence ederek öldürdükleri söylenmişti. O zamandan bugüne bu tür rapor ve haberlerin doğru olmadığını artık anlaşılmış bulunmaktadır."
Burada da son sözü, sözü en iyi söyleyen ve Çanakkale'yi ruhunda yaşayan dertli şair Mehmet Akif'e bırakalım.
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
_Prens Said Halim Paşa, Mısır eski valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu ve 1913-1916 arası Osmanlı Sadrazamı olarak hükümetin başıdır. İttihat Terakki üyesi, Meşrutiyetçi ve muhafazakar islamcılığın en öndeki temsilcilerindendir. Meseleleri İslamcılık açısından ele almıştır. Devletin kurtuluşu için batı kanunlarını değil, şeriatın
_Ben sana bok demem. Boklar duyar ar eder. Bir zerren düşse boka, onu da mundar eder. Tanrı senin hamurunu, necasetle yoğurmuş. Anan seni sıçar iken, yanlışlıkla doğurmuş.
_Rakı, şarap içiyorsam sana ne? Yoksa sana bir zararım içerim. İkimiz de gelsek kıldan köprüye. Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim
_Göbekler perçin olmuş, hava geçmez aradan.
Karabekir'in, Atatürk'le ilgili çok tartışılan iddialarından biri de Kur'an tercümesiyle ilgilidir. 15 Ağustos 1923 Çarşamba günü Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanriöver) Darü'l Muallim'in salonunda bir heyeti ilmiye toplantısı düzenlemiştir. İki gün önce yeniden TBMM Başkanı seçilen Atatürk'ün "şeref
Kuranın mislinin olabileceğini iddia eden muarızımıza şöyle hitap edebiliriz:
“Önceki sayfalarımızda, olması gereken özelliklerini ve toplum da oluşturması gereken değişikliği anlattığımız Kuranın misli(î) olan kitabınızın, en azından Türkçe olarak bir Mehmet Akif Ersoy düzeyinin üzerinde şiir kalitesi ile yazmanızı bekleyeceğiz. Mesela,
Ali Ulvi Kurucu, Hasan el-Benna ve ihvanı ile birlikte burada çaylar eşliğinde sohbet ederken Akif'le ilgili şöyle bir diyalog gerçekleşir aralarında:
'Efendiler, bir ezanı düşünün, bir de kiliselerin çanını... Çan sesi, demirden çıkan bir ses, ne sözü var, ne özü. Sadece bir gürültü, bir saatin çalması gibi, sadece vakti bildirir.'
'İslam'ın ibadete davetinde ise, bir mana var. Öyle bir manaki, mü'minleri evvela iman birliğine, gaye birliğine, mana birliğine çağırıyor; vahdete çağırıyor. Ezanın kudsiyeti büyüktür. Ezan, kendi başına bir ibadettir...'