"Seni bekliyordum, yas, ihtiyar kadınların yüzlerini gözyaşlarıyla yıkamadan; ölüm, genç gelinlerin saçlarını zamansız ağartmadan; savaş, çocukların oyunlarına koyu bir bulut gibi çökmeden."
Gülüyoruz. Oysa ölümümüz başından beri tasarlanmış.
Gülüyoruz. Oysa çürüyüp kokuşmamız kaçınılmaz.
Gülüyoruz. Oysa çökmeden önce ayaktayız.
Bu akşam. Yarın değil öbür gün.
Dokuz bin yıl sonra. Daima.
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fâni lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalıklı boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhavâ;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!