Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Benim ben, Figen Negatif?” Çirkin olduğu kadar sağlıklı da. Hemen bir kafes bulmam lazım! Savaşta bile böyle korkmamıştım. Köpekbalığıyla deplasmanda karşılaştığınızı düşünün: “Evimde ne arıyorsun kadın?!” Alev almış bir cadı gibi çığlık atıyor: “Civan diye biri sizi arıyor Ruhi Bey.” Verem mikrobunun büyütülmüş haline benziyor. Gözleri; ekşimiş yoğurttaki çürük böğürtlenler. O kadar meymenetsiz ki, ona sopayla dahi dokunmak istemem: “İyi de sen kimsin?” Zilli beşaret “Aşk olsun Ruhi Bey” diyor ve suratındaki, Türkiye’nin en büyük et benine dokunuyor: “Onbeş senedir yanınızda çalışıyorum. İzindeydim ya, döndüm. Haydi, telefondakini bekletmeyin…” Dırdırıyla bir erkeği kısırlaştırabilir.
"Bu aptallar hiçbir şeyi bilmiyorlar. Sen ve senin gibi olan insanları hor görüyorlar. Kendi köpeklerine, atlarına zarar gelmesin diye hiç umursamaksızın senin gibi nice insanları öldürüyorlar. Ama sen 'Yaşasın Kral!' diye bağırdığında buna sevinirler; kendi büyüklüklerine inanırlar. Bırak öyle kalsın! Bir süre daha buna inanmaya devam etsinler." Bayan Defarge da kocasını onaylamak istercesine başını yavaşça salladı ve "Görkemli törenler insanın başını döndürür. Bunları gören her göz büyülenir; her ağız da çığlık atar." dedi. "Doğru, hanımefendi." dedi yol işçisi zorlukla. "Sana bir sürü bebek gösterseler ve içlerinden birini kendi kârların için öldürmen gerektiğini söyleseler, onlardan en güzel, en göz alıcı olanı seçersin, değil mi?" "Doğrusunuz hanımefendi." "Peki sana uçmayan bir kuş sürüsü verseler ve onların tüylerini yolmanı söyleseler, en güzel olanları seçersin, değil mi? "Haklısınız, hanımefendi." Bayan Defarge kralın arabasının en son görüldüğü yere bakarak, "Bak işte! Bugün gördün bebekleri de, kuşları da. Şimdi eve gidelim." dedi.
Sayfa 121Kitabı okudu
Reklam
Seni seviyorum... Seviyorum. Seni seviyorum ve doğru şeyleri söylemek gibi basit zevklerden kendimi mahrum etmeye pek meyilli değilim. Seni seviyorum ve sevginin boşluğa atılan bir çığlık olduğunu ve unutulmanın kaçınılmazlığını, herkesin ölüme mahkum olduğunu ve tüm çabamızın toza dönüşeceği bir günün geleceğini biliyorum ve güneşin elimizdeki tek dünyayı yutacağını da biliyorum ve seni seviyorum.
"Senden nefret etmiyorum, Patch. Henüz." "Nefret yeterince güçlü değil mi?" diye tahminde bulundu. "Peki daha derin şeyler?" Gülümsedim ama bu, dişlerimi gösterecek bir gülümseme değildi.
” Seninle olmak bana asla yanış gelmiyor. Aslında doğru yaptığım tek şey. Seninle olmak bu zaman kadar yaptığım tek doğru şey.”
Haydarpaşa Garı o gece, sabahleyin gara çığlık çığlığa girip rayların üzerine serilekalacak bu trenlerden,bu " Kuşluk trenleri"nden birini bekliyordu. Bundan öncekiler gibi bu da gelecek,raylarda serip kalacak, fötr şapkalı,tayyörlü, mantolu karşılayıcıları olmayan kara, kuru, sevimsiz "Gurbet kuşları" , Haydarpaşa Garı'nın yabancıya çok muhteşem gelen, çekinme, hatta korku veren yüksek çatılarıyla büyük yapılarına hayran hayran bakacaklardı....
Sayfa 247Kitabı okudu
Reklam
Yüzyıl sonunda, kan rengine bulaşmış bir akşam vaktinde, kesinlikle hepsini peşlerinden sürükleyecek bir isyanın kıpkırmızı görünümüydü. Evet, bir akşam vakti, dizginlerini koparan, gemi azıya alan halk, böyle dört nala koşacaktı yollarda. Burjuvaların kanını akıtacaktı dereler gibi, kesik başları gezdirecek, kırılan kasalardan dökülen altınları her tarafa saçacaktı. Kadınlar uluyacak, erkekler de ısırmak için kurt çenesini andıran çenelerini açacaklardı. Evet, gene paramparça giysileri, gene saboların yankılanan tıkırtıları, pislik içindeki bedenleri, kötü kokan nefesleri, dizginlenemeyen barbar taşkınlığıyla o öfkeli, dehşet verici kalabalık alt üst edecekti ortalığı. Her tarafta yangınlar çıkacak, taş üstünde taş kalmayacak, yoksulların bir gecede kadınlara saldırıp, varlıklı kimselere ait şarap mahzenlerini boşaltacağı o müthiş şehvet ve yeme sefahatinden sonra ilkel insanlar gibi ormanlara dönülecekti. Belki de yeni bir Dünyanın geleceği güne kadar hiçbir şey kalmayacaktı. Ne para ne şöhret. Evet, doğanın bir gücü gibi bunlar geçiyordu yoldan işte ve içerdikleri de yüzlerinde bunların korkunç rüzgarını hissediyorlardı. Başka bir çığlık, 'Marseillaise'i bastırdı: - Ekmek! Ekmek! Ekmek!"
Acılar içindeydim ve çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Her nefesi dikkatlice aldığım, yaşama tutunmaya çalıştığım günler geçirdim.
Ölü bakışlı annelerinden koparılan, ağlayan çocuklar. Bir araya toplanmış pis insanlara, çığlık atarlarken hortumla su tutuluyor. Hiçbir şeyin geri dönüşünün olmadığını anladıklarında anne ve babalarının yüzlerindeki korku... Sistematik olarak ölümlerine sürüler halinde gönderilen, uzun sıralardaki çocuklar... Ve her zaman zihninde sonsuz bir resim gibi oynayan bu imajlardaki insanların yüzleri ailesinin, arkadaşlarının , sevdiği insanların yüzüydü... Ve Jacob... Onu seven Jacob... Onu kurtaran Jacob... Bencilce, korkunçbir şekilde ölüme gönderdiği Jacob...
Sayfa 323Kitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.