Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Zina Haddi
Hadd suçu olan zinā, birbirleriyle evlilik ve mülkiyet gibi bir bağ bulunmayan iki tam ehliyetli, görebilen ve konuşabilen Müslüman veya zimmînin, isteyerek sarhoş olsa bile, kendi rızaları ile cinsî temasta bulunması ve bunu yaparken dört erkek, hür, adil Müslüman tarafından yakalanması demektir. Dolayısıyla tabiî olmayan cinsî münasebetler
Sayfa 313Kitabı okudu
A-Cezalandırmada Hâkim Prensipler
1-Cezâ, suçu önleyici mahiyette olmalıdır. Ağır suçlar için hafif cezaların verilmesi, bu maksadı bertaraf eder. Bu sebeple İslâm hukukunda, bilhassa bazı mühim suçlar için ağır cezâlar konulmuştur. Vâkıa bu cezaların tatbiki son derece zor şartlara bağlanmıştır ve İslâm tarihinde de nâdir infaz olunmuştur. Ancak cezaların ağırlığı, bahis mevzuu
Sayfa 303Kitabı okudu
Reklam
FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ, 1821'de Moskova'da doğ du. Petersburg Askeri Mühendislik Okulu'nu bitirdikten kısa bir süre sonra edebiyatla uğraşmak için askerlikten ayrıldı. İlk romanı İnsancık lar (1846), dönemin ünlü eleştirmeni Belinski'den büyük övgü aldı. Hemen ardından İkiz (1846) adlı kısa romanı geldi. Daha sonra art
b-Hadd-Cinayet ve Ta'zîr Suçları
Nasslarda, yani Kur'an-ı kerîm ve sünnet-i nebevîde suç olduğu bildirilen ve cezası da kat'î olarak tayin edilen fiillere hadd suçları (veya cezaları) denir. Hadd, lugatta, men' (engelleme) demektir. Beş suç için hadd cezası vardır: Zinâ, şarap içmek, kazf(iffetli birine zina iftirası), sirkat(hırsızlık) ve yol kesicilik. Bazı
Sayfa 293Kitabı okudu
Suratımda her suç bir ayrı imza, Benmişim kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! Acı, hapsettiğin sefil gölgeme! Kendini “kirlenmiş” buluyor şair. Kendine “kötülük” ettiğini fark ediyor, bunların peşini bırakmadığını, vicdanının kendini yargıladığını “Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! ” dizelerinden anlıyoruz. “Ruh-beden”
Düşünsenize Dostoyevski (
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
) evine hiç girmeyen bir adam olsaydı, yoğun bir iş hayatı olsaydı, gecesi gündüzü kalabalık geçseydi, gündüz toplantılar akşam partiler... Dinlenmek için beş dakika bile ayıramıyor kendine, tam bir işkolik, gerçek bir sosyal kelebek, telefonları hiç susmuyor, sürekli internette içerik üretiyor, paylaşımlar yapıyor, videolar çekiyor, sizce Suç ve Ceza ne ara ve neden yazılacaktı ki? Karamazov Kardeşler'i kim düşünecekti? Ecinniler kimin aklına gelecekti? Bütün bu büyük eserler, derin bir düşünmenin, yalnızlığa çekilmenin, içe dönmenin ve yaratım sürecinde stres yapmadan acele etmeden durabilmenin, bu süreci yönetebilmenin bir sonucu değil mi?
Sayfa 113Kitabı okudu
Reklam
"Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere, ellerini kesin. Allah izzet ve merhamet sahibidir." (Mâide Suresi, ayet 38) Bu ayette geçen "hırsızlık" sözcüğü" (ki "sirkat" sözcüğünün karşılığıdır), başkasının malını gizlice, yani onun haberi olmadan alması anlamına geliyor. Dikkat edileceği gibi ayette sadece "hırsızlık" denmiş fakat çalınan şeyin miktarı, değeri ve hangi maksatla çalındığı hususu belirlenmemiştir. Her ne kadar Kur'an yorumcularından bazıları, çalınan şeyin "az çok mergup denebilecek bir nisaba baliğ olması" gerektiğini söylemekteyseler de, İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr ve Haseni Basri gibi kaynaklar böyle bir kıstasa gerek olmadığını ve çalınan şeyin az ya da çok oluşunun, el kesme cezasının uygulanmasında etkili bulunmadığını bildirmişlerdir. Fakat her ne olursa olsun, hırsızlık yapanın ellerini, bileklerini kesmek gibi bir ceza insafdışı ve vicdan sızlatıcı bir cezadır. Üstelik de ceza hukuku anlayışına aykırı, suç ile ceza arasındaki dengeyi göz önünde tutmayan bir uygulamadır ki hırsızlık yapan kişiyi yeniden suç işlemeye zorlamaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü elleri kesilen bir insan, artık çalışamayacağı ve aç kalacağı için, yeniden hırsızlık yapmaktan başka çare bulamayacaktır.
Sayfa 208Kitabı okudu
'' hoşça kal '' ı sevmiyorum.
Sayfa 296 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
3.cilt
2. “Allah’tan korkan kimseler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.”  Âl-i İmrân sûresi(3), 134 Nefsin derinliklerinden köpüre köpüre gelen öfke selini durdurmak, bir adım daha öteye giderek kusur işleyeni bağışlamak büyük bir fazilettir. Şahsına karşı yapılan kabalıklara tahammül etmek, insanların hatalarını hoşgörmek üstün ahlâk sahiplerinin yapabileceği bir büyüklüktür. Peygamber Efendimiz’in sevgili torunu Hz. Hasan’ın, öfkeyi yutup suç bağışlama konusunda pek güzel bir davranışı vardır. Bir gün Hz. Hasan’ın kölesi elindeki tabağı düşürerek efendisinin elbisesini kirletmişti. Bu dikkatsizliği sebebiyle cezâ göreceğini zanneden köle, yukarıdaki âyet-i kerîmenin “Onlar ki, öfkelerini yenerler” kısmını okuyuverdi. Hz. Hasan köleye bakarak: “Yendim” dedi. Köle âyetin “Ve onlar insanları affeder” bölümünü okuyunca Hz. Hasan “Bağışladım” dedi. Buna çok sevinen köle âyeti tamamlayarak “Ve Allah iyilik edenleri sever”  deyince, Hz. Hasan: “Ben de seni âzâd ettim” dedi ve köleye 400 gümüş akçe vererek onu hürriyetine kavuşturdu. Bu olay tâbiînin büyük âlimlerinden Meymûn İbni Mihrân için de anlatılır. Öfkeyi yutmak, hatayı bağışlamak şahsa karşı işlenen suçlarda söz konusudur. Yapılan suç toplumu ilgilendiriyorsa, o zaman her şeyden önce âdil davranmak, doğruyu yanlışı ortaya koymak gerekir. Cemiyete karşı işlenen suçları bağışlamaya kimsenin yetkisi yoktur. Böyle bir suçlu bağışlanacak olursa, daha büyük haksızlıkların yapılmasına göz yumulmuş olur.
Sayfa 547Kitabı okudu
𝘉𝘢𝘻𝘦𝘯 𝘩𝘢𝘺𝘢𝘵𝘵𝘢 ö𝘺𝘭𝘦 𝘪𝘯𝘴𝘢𝘯𝘭𝘢𝘳𝘭𝘢 𝘬𝘢𝘳şı𝘭𝘢şı𝘳ı𝘻 𝘬𝘪, 𝘥𝘢𝘩𝘢 ö𝘯𝘤𝘦 𝘩𝘪ç 𝘵𝘢𝘯ış𝘮𝘢𝘮ış 𝘷𝘦 𝘵𝘦𝘬 𝘬𝘦𝘭𝘪𝘮𝘦 𝘬𝘰𝘯𝘶ş𝘮𝘢𝘮ış 𝘰𝘭𝘴𝘢𝘬 𝘣𝘪𝘭𝘦, 𝘥𝘢𝘩𝘢 𝘪𝘭𝘬 𝘨ö𝘳üş𝘵𝘦 𝘰𝘯𝘶 𝘺𝘢𝘬ı𝘯𝘥𝘢𝘯 𝘵𝘢𝘯ı𝘮𝘢 𝘪𝘴𝘵𝘦ğ𝘪 𝘥𝘶𝘺𝘢𝘳ı𝘻.
742 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.