Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Dünyada hiçbir şeye değmeyecek bir adam yoktur. Siz onlara karşı iyi olursanız, onlar da size karşı iyi olur. Yukarı çıkarken rastladığınız insanlar, aşağı inerken rastladığınız kişilerle aynı türden insanlardır. Bundan başka, karşılaştığınız herkes Tanrı’nın çocuklarından biridir.
Bilgili bir adam olan babamız, yaşamanın insanları değiştirdiğini, ama ne kadar değişirse değişsin insanın içinde hep aynı kalan bir yer olduğunu söyler.
Sayfa 37 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Numan Menemencioğlu, bir anısını şöyle anlatır
“Paşa, sen Kürtçe bilir misin?’ İsmet Paşa şaşırmıştı. Ne diye­ceğini bilmiyordu. O bir şey söylemeden ben araya girdim ve he­men, ‘Ekselans, biz Kürtçe bilmeyiz. Zaten bizde Kürtçe konu­şulmuyor ve böyle bir dil de yoktur’, dedim. Churchill adamla­rından birine sordu. ‘Öyle mi Mister, Kürtçe diye bir dil yok mu­dur?’ deyince, adam daha önceden hazırlıklı, hemen ayağa kalk­tı, ‘Olmaz olur mu efendim? Çok zengin bir Kürt dili ve edebiya­tı vardır. İsterseniz, o ana kadar duymadığımız- ‘Dîwana Cizîrî’den bir şiir okuyayım’ dedi. Churchill, ‘Oku’ dedi. Anlamıyor­duk ama Farsçaya yakın, nefis ahenkli bir şiir okudu. Ve bu şiirin Kürtçe olduğunu söyledi. ‘Öyleyse bu şiiri bize yaz’ dedi. Yazdı. Churchill, ‘Bunu İngilizceye çevir’ dedi. Çevirdiler. ‘Bir de Fran­sızca yapın’ dedi. Onu da yaptılar. Bir de Türkçeye çevirdiler. Ve bana, ‘Mösyö, sen de gel bakalım. Bu üç dilden aynı fikri ifade et­mek için, bakalım metne kaç yabancı sözcük alma mecburiyeti olmuştur’ dedi. Fransızcada hiç yoktu. İngilizceden üç beş Latin kökenli kelime çıktı. Kürtçe aslında dört-beş Arapça kelime bu­lundu. Ama Türkçe nüsha gelince “dır” ve “ile”den başka, Türk­ çe birşey kalmamıştı. Kimisi Arapça kimisi Farsça ve diğerleri de Avrupa’nın çeşitli dillerinden alınma sözcüklerdi. Churchill dört sayfayı da bizim önümüze koydu. ‘Ayıp değil mi?’ dercesine, ‘Ba­kın efendiler, yok dediğiniz ve memleketinizin büyük bir bölü­münde anadil olarak konuşulan Kürtçenin zenginliğini görünüz’ dedi.
Musa AnterKitabı okudu
Fiziksel ve ahlaksal bünyenin yaratıcısı sen misin? Hayır bünyene ancak, onu isteğine göre yapmış ve biçimlendirmiş olsan tamamen hakim ola­bilirdin. Bir ruhun olduğu için mi kendine özgür, diyorsun? Ön­celikle, tanımlayamayacağın bu keşfi sen yaptın. İçinden gelen bir ses evet, diyor; önce yalan söylüyorsun, bir ses zayıf olduğunu söy­lüyor ve
#Ateşyakmak Kışın okunmaması gereken bir kitapla merhabaa‍️ Soğuk havayı iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir kitap.Üç farkı öyküden oluşuyor ve bu öykülerin ikisinin adı aynı, konuları farklı.Yani iki ‘ateş yakmak’ bir de ‘Yaşama azmi’ öyküsü var. Konular temelinde aynı olsada her birinde çok farklı duygulara sürüklüyor.Doğada yaşam mücadelesi,insanın içinde hayatta kalma arzusu ve eksi elli civarında soğuk bir hava.. ️Adam tamamen tükenmişti ama içindeki hayat ölmeyi reddediyordu. Hayatta kalmak için ateş yakmak önemliydi ama ateş yakamayacak duruma gelmek bununla başa çıkmaya çalışmak o an bir insanın hissedebileceği duyguların aktarımı beni etkileyen tek şey olabilir.Kısa olmasına rağmen çok etkileyici bir kitaptı.Yazarla da tanışma kitabım oldu.Umarım sizlerde okursunuz️ ️Hayat böyle işte!Ne kadar boş,ne kadar kısaydı.Sadece hayattakilerin canı acırdı.Öldükten sonra acı duyulmazdı.Ölmek uyumak demektir.Durmak,istirahat etmektir.
"Adamın biri ölmüş," dedi Sam, "ve kendisini dünyanın en güzel alabalık nehrinin kenarında bulmuş. Gökyüzü masmaviymiş ve adamın elinde en kalitelisinden bir de olta duruyormuş. Önünde bir nehir uzanıyormuş, mükemmel bir alabalık ırmağı, kimi yerde hızlı, kimi yerde yavaş akan bir su kütlesi. Adam bütün ömrü boyunca 'ah balık tutacak biraz vaktim olsa,' der dururmuş meğer. Cennet'te olduğunu düşünmüş. Nehre bir bakmış, dönen bir yer var, bir balık böcek için sıçramış. Tam olması gereken yere oltayı atmış, anında su dalgalanmış, kocaman bir balık suyun yüzüne çıkmış. Sıçradıkça etrafında sular dalgalanıyormuş. Balığın kuvveti ve rengarenk görüntüsü adamı korkuyla karışık bir hayranlığa sürüklemiş. Biraz mücadeleden sonra balığı yakalamış ve yere uzatmış. Herhalde 5-6 kg. varmış! Renkleri de ne kadar canlıymış. Balığı orada bırakıp yeniden nehre dönmüş. Yine balığın biri, bir böcek için havaya sıçramış. Adam yine tam isabetli bir olta atmış. Yine çok güzel başka bir balık yakalamış. Bu bir mucizeden başka bir şey değilmiş. Adam Allah'a şükretmek için dizleri üzerine çökmüş. Lâkin gün ilerleyip de adam her girişiminin sonunda balık üstüne balık destelemeye başlayınca, bilincinin kıyıcığından bir düşünce kendini hissettirmeye başlamış. Bir defa da bilerek kötü bir olta sallamaya karar vermiş. Aynı şekilde yine bir balık sıçramış ve adamın oltasına yakalanmış. Adam balığı korkutmak için başlamış bağırmaya ve üstüne su atmaya. Hiçbir şey fark etmemiş, her olta atışı garanti bir balık getiriyormuş. O anda anlamış ki, orası Cennet falan değil."
Reklam
Dedem gerçek saygının ne olduğunu çok güzel özetleyen bir hikâye anlatırdı. Seksen yaşında bir adam, beş yaşında bir çocuk içeri girince ayağa kalkmış. Etraftakiler “Aman efendim, ne yapıyorsunuz; çocuk o!" demişler. Yaşlı adam, "Çocuk saygıyı bizden öğrenmeyecekse kimden öğrenecek?" diye cevap vermiş. Ne kadar da doğru. Ve, evet, saygı budur, böyle öğretilir. Çocuğunuzun saygıyı öğrenmesini istiyorsanız ona "Saygılı ol,", "Büyüklerini say!" diye öğütlemek yerine saygı gösterin. Kendisi saygı görmeyen bir çocuk, bir başkasına saygı göstermeyi nasıl öğrenebilir? Bizim çocuğa hiyerarşik bir ilişki dahilinde öğrettiğimiz şey, saygı değil, olsa olsa itaat olabilir. "Büyüğe saygı" klişesi adı altında ona kendisini aşağıda, yani "alt" hissettirdiğimiz ve "üsť’üne itaat etmesini öğrettiğimiz çocuk, tabii ki hayvanlara eziyet edecek, sınavda hile, oyunda mızıkçılık yapacak, yalan söyleyecek ve sonra kendisini "üst" hissedeceği bir paye bulur bulmaz altını ezecektir. Aynı, bu çocuğun anne/baba olunca kendi çocuğuna yaptığı gibi.
Sonra bu fakir işçilere bu köpek muamelesini yapmaya neden lüzum görüyorlardı? Evet, Allah onları bir kere fıkara yaratmıştı, bunda kimsenin kabahati yoktu, fakat onlar böyle yaratılmışlar diye niçin tepelerine binmeli, onları adam yerine koymaktan niçin çekinmeliydi? Ya Allah bu ağaları ve ağazadeleri de fıkara yaratsaydı? Öyle ya, madem ki hepsini Allah yapıyordu... O zaman kendilerine aynı muamelenin yapılmasını isteyecekler miydi?
Uzun yazı ama İLGİNÇ bir olay
“Eski ve kapanmış bir çocuk kaçırma dosyası yeniden açılmış ve önüme gelmişti” diye devam ediyor hâkim bey. “O davadan yaklaşık dokuz yıl önce, İzmir’de ticaretle uğraşan, otuzlu yaşlarında Serdar Yolaçan’la eşi yirmi dokuz yaşındaki Sibel Yolaçan’m iki çocuğundan biri olan Ebru kaçırılmıştı. Kaçırılma olayı da şöyle olmuş: Bir haziran günü Sibel,
Bu alıntıyı güncelleme gereği hissettim. Sebebi, şu sıralar çokça karşılaştığım Nihal Atsız. Şu iki şerhi koyarak başlayayım ki haksızlık olmasın. Evet, Ruh Adam hatırı sayılır nitelikte iyi bir eser. Evet, iki kitabını okudum bir tanesini de okurken yarım bıraktım, içim daraldı. Can yayınlarının kurucusu Erdal Öz’ün deyimiyle “ Hıyarın acı
İthaki YayınlarıKitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.