Sen Benim Nefesimsin
Bir gün Sinan tanımadığı birinden bir mektup alır. Mektupta ölen kardeşi Emre'nin bir çocuğu olduğu yazıyordur.
Yaklaşık iki hafta sonra.. Olayın peşine düşen Sinan, mektupta yazan adrese gider. Onu kapıda bir kadın karşılar. "Cansu kimsiniz?" demeye kalmadan, hemen içeri girer. "Bu mektupta yazılanlar doğru mu?" diye sorgulamaya başlar. Sonra Cansu'nun elindeki çocuğa babalık testi yaptırır. Kadın doğru söylüyordur. Çocuk kardeşi Emre'nindir. Ardından Sinan, Cansu'yu ve elindeki çocuğu ailesine nasıl söyleyeceğinin yollarını aramaya başlar. Aklına öyle bir şey gelir ki ne siz sorun ne ben söyleyim..
Fazla detaya inmeden, bundan sonrasını kitaba bırakalım derim..
Bakalım bir mektup, Cansu ile Sinan'ın hayatında neleri değiştirecek? Okuyup, görelim. :))
๑ ◕‿◕ ๑
-Spoiler içerebilir-
Ahad'ın Oğlu Gaza...
Hayata annesiz olarak 1-0 geride başlayan bir çocuk ve kontra ataklarla gelen kader, 1 gol daha atarak onu bir insan kaçakçısı olan Ahad'ın oğlu(en azından o öyle zannediyor) olarak dünyaya getirdi. Gaza 9 yaşından sonra ise, kendisinin, babasının, yaşadığı yerin ve dünyanın etrafında dönen kötülüklerin
Aleviler üstüne çok şey duymuştu Kenan. İyi şeylerdi çoğu; dayanışmaları, insancıl sevgileri, hoşgörüleri, şiir, saz tutkulan, yüzyıllar boyu çektikleri çileler; ezilmişlikten gelen kapalılıkları. Çoğu uydurulmuş bir sürü karalamalar. Horlamalar... Sonra Sünnilere besledikleri düşmanlık, ettikleri, etmek istedikleri kötülük üstüne abartılmış öyküler. Halk arasında, Sünni halk arasında daha çok bu sonuncular yaygındı. ... Parça parça etmişler insanlan, ustalıkla düşman etmişler... Her geçen günle, her yeni çağla birlikte yeni düşmanlıklar, uydurma düşmanlıklar bulup koymuşlar eskilerinin üstüne. Gel de asıl düşmanlığı çıkar ortaya bakalım, göster şunlara. ... Allahın kulu hepsi.,Alevi, Sünni neymiş?
Kardeşlerim, dostlarım, silah arkadaşlarım, açın gözlerinizi artık, kocaman açın, açın da görün kamu mallarının ceplerine nasıl da girdiğini, halkın alınterini ve kanını nasıl da çarçur ediyorlar görün bakalım, baksanıza, bizim altı aylık mutfak masrafımızla bir sudyen alabiliyorlar, şöyle hafif bir yemek yemeleri bizim üç aylık tahılımız. Nereye baksam otel ve restoran doldu, rüşvet ve yolsuzluk her yerde, her yer görevini kötüye kullanan vurguncularla doldu taştı. İki yıl belediye başkanlığı yapıp cebine on milyon yuan indir. Sevgili köy halkı, her şeyi benden daha iyi bildiğinizi biliyorum, atardamarınıza birer kamış sokmuşlar. Sevgili köy halkı, onların arzuları dipsiz birer okyanustur! Dostlarım uykulu gözlerinizi açıp gerçeği görün artık!
Güzeldi, roman içinde roman ile meşgul oldum, anlatıcı ile racon keserek konuştuk, racon keserek konuştuk ama bu raconun içinde küfürleri bile yarım yamalak ettik. İstiklal’de, Karaköy’de filan gezindik. E-kitap olarak okuduğum için ekran defalarca “Abi yapma, yazık ediyorsun bu kitaba, basılı kitap olarak oku beni” dedi, cevap vermesem de kendisine ya da “Sen sus, var benim bir bildiğim” diye cevap versem de sonralardan hak verdim kendisine. Kitap konuştuğu sürece kapının kilidi kadar rahatsız edici konuşmadı ama içindeki tüm duyguları da hissettirdi; ama bu kitaptan sonra da kapı dillerine, kapı kilitlerine bakışımın değişeceği de, kendilerine bir saygım olacağı da bir gerçektir. Hele sen kapının dili, gelip de bana “bitse ne olur, bitmese ne” dedin ya verecek cevabım olmadı sana.
Kitap yer yer tebessüm ettiriyor ve gülmeye doğru yol aldırıyor tebessümleri ama bu ifadeyi yüzünüzde uzun süre tutturmadan da tutkuyu vererek, yalnızlığı hissettirerek belki de çaresizliği vererek üzgünlüğe götürüyor. Bunları ise şarkı sözleri, türkü sözleri, film replikleri ile vermesi ise hem kitabın farklılığını hem de yazarın başarısını gösteren unsurlar. Aslında daha çok bir şeyler yazmak istiyorum, o aynayı filan konuşmak istiyorum ama bir şeyler “çıt” ediyor içimde, “hop sus bakalım sen” diyor, sanki bir şeyleri yanlış söyleyecekmişim gibi. Susayım o zaman, zaten yazsam ne olur, yazmasam ne ama güzeldi, sıcacık bir novella iyi geldi.
"Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki, sen ne görüyorsun bakalım?"
"İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
Kimselerin kabul etmediği ancak etkilenmekten de geri kalmadığı filozof Stirner...
Asıl adı Johann Kaspar Schmidh olan filozof, geniş alnı sebebiyle kendine takılan lakaplar sonucu adına Stirner dedi. Oldukça çalışkan ve geleceği parlaktı. Ancak cesur görüşlerini ortaya koyunca herkes tarafından dışlanan kimsenin ismini anmadığı birine dönüştü.