Beria'nın sonunu bildiğinizden eminim. Stalin'in ölümünden sonra iktidarı ele geçirmeye çalıştı; ama başaramadı. Tarihin garip bir cilvesi midir bilmem; ama Batı'nın ajanı olmakla suçlandı. Aslında çok düşmanı vardı, hepsi de ölmesini istiyordu. Kremlin'de tutuklandı, kısa süre sonra da kurşuna dizildi. Yani sonunda hak ettiğini buldu. Bazıları Stalin'in nasıl öldüğünü bildiği, yoldaşlarının da konuyu örtbas etmek istedikleri için öldürüldüğünü iddia ederler.
Moskova'ya transferinden sonra Beria, Kafkasya'daki destekçilerini, oradaki mevkiler arasında ve merkezi NKVD'ye kaydırarak "Güney Kafkasya'daki güç merkezini korumuştu ve Gürcistan'a özel ilgisi kesindi. 1945'de ABD Japonya'ya karşı atom bombası kullandıktan sonra Beria'ya yeni bir sorumluluk verilmişti: Stalin, onu, süreci hızlandırmak için Sovyet nükleer araştırmalarının materyal ve personel tedarikinden sorumlu yapmıştı. Bu 37.000 işçi bulunmasını ve birçok "özel yer" hazırlanmasını gerektirmekteydi; örneğin, toplama kamplarında biliminsanlarının hapis hükümlüsü olarak çalışacakları laboratuarlar. Aralık 1946'da Beria ilk zincirleme reaksiyonun gerçekleştiğini rapor etmiş ve ilk bomba 1949'da test edilmişti. Fakat Batı'da siyasi gücünün azaltıldığından kuşkulanılmıştı; çünkü muhtemelen Stalin'in paranoyası ve kendini yalnızlaştırmasından dolayı merkezi NKVD ve KGB mevkilerini kaybetmişti."
Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leo nardo'dan önemsiz, Mevlana Dante'den küçüktü, Itri ise Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk. Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar.
Oysa, bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü batının ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.
Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo’dan önemsiz, Mevlana Dante’den küçüktü, Itri ise Bach’ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk. Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar.
Oysa, bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü batının ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.
Beria'yı her gün görüyordum. Hala aramızda ciddi ve kalplerimize temas eden iki kelime bile teati edilmiş değildi. Yalnız onun yüzünü görmek, böyle bir mükalemeye ihtiyaç bırakmayacak kadar beni tatmin ediyordu.