Okan Bayulgen, eskiden beri takip ettiğim bir adam.Çok okuyan biri olduğunu iyi biliyorum.Bakış açısını genel anlamda beğenmemekle birlikte Türkiye de geçmişte güzel programlara da aynı zamanda imza attı.Eğlence programlarını demiyorum tabiki.Uzman kişileri çıkarıp önemli olup da görünmeyen konularda insanları çıkarıp sunduğu programlar çok
Merhabalar!
Tam 5 ay önce okumaya başladığım ve 4 defa okumaktan vazgeçip, sonunda bitirdiğim bu kitabı sırf çok okunuyor diye bende kendi düşüncelerimi yazmak istedim.
Yazarın bu kadar çok Klişeyi bir araya nasıl getirdiğini merak ediyorum. :))
Bu aşk mı? Asla değil. Olsa olsa takıntı ya da bağımlılık. Başka türlüsü benim düşünce yapıma ters.
Aysun Kayacı'nın sosyoloji dünyasını çatlatan meşhur tespitini pek çoğunuz bilirsiniz;
"Ben vergi veriyorum niye vergisini vermeyen, 'dağdaki çoban'la benim oyum eşit mesela. Niye? Hiç vergisini vermeyen biriyle niye benim oyum eşit. O benim kadar duyarlı benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba"
'BEN VERGİMİ
Ahh Didem Ahh!!
Yazma konusundaki özrümü görmüyorum , şiirlerini okudukça , bağlılık, bağımlılık gibi bir şey işte burada yazmaya zorluyor beni.
‘’Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına
Edebiyat, hepimizin bu sitedeki ortak gayesi. Kimimiz günlük dertlerimizden, telaşlarımızdan kaçmak, kimimiz merakımızı gidermek, kimimiz bakış açımızı genişletmek, kimimiz de boş zamanlarımızı değerlendirmek için edebiyat şemsiyesi altına sığınmışız. Zaman zaman kendimize "Edebi bir metin nasıl okunur?", "Doğru bir okuma yapıyor
James Joyce dan etkilendiği çok aşikar.Dostoyevski den romanında çok sık bahsederken, Joyce un ise meşhur bilinç akışı tekniği kullandığını görüyoruz.Aynı zamanda kendisi Postmodernist bi yazar.Bunu kısaca sorunsallaştırma, yadsınma olarak 20.yıl ve sonrası için kabul edebiliriz.
Bugün biten ikinci kitap. İkisi de birbirinden güzel, anlamlı, hafızama her yönüyle kazınan eserler...
Bir adadan bahsedildiğini zannederek başladım okumaya, ancak anlatılan bir adamın öyküsüymüş meğer; yanılmışım.
Kralın kapısına gelip bir tekne isteyen, nedeni sorulunca da 'bilinmeyen ada' aradığını söyleyen ve denizcilikle alakası olmayan bir adamın öyküsünü okuyoruz bu kez. Bir temizlikçinin de katılmasıyla iki kişi oluveriyorlar. Adayı ararken, kendisini de aramaya başlıyor adam. Belki de baştan beri aradığı budur adamın.. Herkesin 'bilinmeyen ada' kalmadı demesine inat, kraldan kaptığı karavelayı hiç düşünmeden karar kapısından çıkıp kendisi ile bilinmeze giden temizlikçi kadın ile yaşanabilir bir yere çeviriyor adam. Artık tek başına olmadığını bilerek açılıyor denize ve aramaya başlıyor bilinmeyen adayı.
Yine bir ülke ismine, kişi ismine rastlamıyoruz ve yine virgüllerle bölünen diyaloglar okuyoruz ama yine bunu çok seviyoruz. Nasıl sevmeyelim böyle güzel yazılırsa bir kitap!
Okuyoruz, kapatıyoruz kapağını kitabın ama yine de düşünmeden edemiyoruz; acaba adayı buldular mı? Kadın ve adama ne oldu? Karar kapısından çıkmakla ne kazandı kadın ya da neyi kaybetti bilmeden? Bilinmeyen ada var mıydı gerçekten? Yoksa sadece gerçeklerden kaçmak için bir neden miydi bilinmeyen adayı aramak?
Beğenerek, bitmesin isteyerek okunmalı. Çünkü bunu hak ediyor bu güzel eser...
Ne tuhaf değil mi..?
Bir zamanlar gönüllerimizi onarıp yüreklerimizdeki en büyük boşluğu dolduranlar, bizleri o boşluğa elleriyle bırakanlar oldular..
Ne sevmeyi bildiler ne seveni anladılar.
Anlattıkça anlattık yine anlamadılar.
Sustuk sonra..!
Sustuk çünkü konuşsak kıracaktık, biliyorduk..
Ama bir yerden sonra birikir içindeki suskunluk ve sığmaz olur içine, taşmak için yol arar kendine..
İşte biz o anda bile taşmasın diye direndik durduk.
Yormamak için yorulduk, kırmamak için kırıldık, yıkıldıkça yıkıldık..
Çaresiz yol aldık, nereye olduğunu bile bilmeden.
Velhasıl gittik işte..!
Geride bıraktığımız gözlerle önümüze baktık ve yürüdük uzun uzun..
Gidişimiz kalbimizi bırakıp gidecek kadar asildi.
Anlamadılar..!
Korkup kaçtığımızı sandılar, bizi kaybetti saydılar..
Oysa bir kazananı yoktu bu oyunun.
Bir tek kaybedeni vardı o da onlara olan hislerimizdi..
Bir gün anlayacaklar ve o son pişmanlığı yaşayacaklar ama geldiklerinde hiçbir şeyi bıraktıkları gibi bulamayacaklar.
Ne acı değil mi..?
◇ Mehmet Zeki İçer ◇