İçimin yeni heyecanlar için dolduğunu hissetmiyorum. Fakat, bilmeden yeni yaşantılara hazırlıyorum kendimi. İçimde bir Selim ölürken kalan bütün gücüyle yeni bir Selim yaratıyor.
- Şu merdiven başında pazarlık yapan kadın bir fahişe mi ?
+ Hayır.
- Peki ya o sokağın başında bacaklarını gösteren.
+ Hayır.
- Peki ya şu kadın baksana nasıl da şehvetle bakıyor.
+ Hayır o da değil.
- Burada hiç fahişe yok mu baksana şu kadınlara nasıl da giyinmişler.
+ Fahişe nedir bay Burton ?
- Tenini parayla satan aşağılıklardır bay Vencanze.
+ Hayır bay Burton Fahişelik bu değildir..
- Hah neymiş peki fahişelik ?
+ Fahişelik insanların hayatını bilmeden onları aşağılamak ve yargılamaktır. Sokağın sonunda bir berber var bay Burton lütfen aynaya bakınız. Orada var olan en büyük fahişeyi göreceksiniz. ...
Evet Yüzyıllık Haz diyorum çünkü gerçekten öyle. Bana göre kitap yüz yılın değil tüm zamanların en iyi kitabı. Okurken yaşadığım hazzı anlatmam için yeni bir kitap yazmam gerekir. Çünkü kitabı anlatmaya inanın kelimeler yetmez. Kitabı hala okumayan varsa dünyanın en şanslı kişisi olabilir bence. Böyle bir kitabı sıfırdan okumaya başlamak için
Yarısı şükür, yarısı sabır.
Yarısı teselli, yarısı kahır.
Kimseyi de bilmeden yargılamayın,
herkesin derdi kendine ağır.
Anlatmak ve anlaşılmak için de
fazla yormayın gendinizi;
İnsanların yarısı samimiyetsiz,
diğer yarısı size sağır.
Ve unutmayın asla,
Ne kadar zorlarsanız zorlayın,
Sonuçta herşey olacağına varır...!
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Ne tuhaf değil mi..?
Bir zamanlar gönüllerimizi onarıp yüreklerimizdeki en büyük boşluğu dolduranlar, bizleri o boşluğa elleriyle bırakanlar oldular..
Ne sevmeyi bildiler ne seveni anladılar.
Anlattıkça anlattık yine anlamadılar.
Sustuk sonra..!
Sustuk çünkü konuşsak kıracaktık, biliyorduk..
Ama bir yerden sonra birikir içindeki suskunluk ve sığmaz olur içine, taşmak için yol arar kendine..
İşte biz o anda bile taşmasın diye direndik durduk.
Yormamak için yorulduk, kırmamak için kırıldık, yıkıldıkça yıkıldık..
Çaresiz yol aldık, nereye olduğunu bile bilmeden.
Velhasıl gittik işte..!
Geride bıraktığımız gözlerle önümüze baktık ve yürüdük uzun uzun..
Gidişimiz kalbimizi bırakıp gidecek kadar asildi.
Anlamadılar..!
Korkup kaçtığımızı sandılar, bizi kaybetti saydılar..
Oysa bir kazananı yoktu bu oyunun.
Bir tek kaybedeni vardı o da onlara olan hislerimizdi..
Bir gün anlayacaklar ve o son pişmanlığı yaşayacaklar ama geldiklerinde hiçbir şeyi bıraktıkları gibi bulamayacaklar.
Ne acı değil mi..?
◇ Mehmet Zeki İçer ◇
Son 10 gündür bu kitapla yatıp kalkıyorum desem yalan olmaz... Okuma serüvenimde bu kitap bir kilometre taşı oldu benim için. Nedenlerini dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Çünkü anlatacak gerçekten çok şey var bu kitapla ilgili. Hepsini bir incelemeye sığdırmak mümkün olamayacağı için kendimce önemli gördüğüm bazı konuları masaya
*
“Cahilliğin dağlarında gezenler için; almasını bilene bilgece öğütler, yaşanmışlıkların getirdiği doğru tespit ve öneriler, samimi itiraflar; bir o kadar da topluma tenkit yağmuru. İlber Ortaylı’nın sakınmadan söylediği her söz, gençler için altın değerinde. Toplumun her kesimine ustaca entelektüel bir dokunuş, hazır olun; bu bir kültür
-Spoiler İçermez-
Okurken "Ben ne okuyorum şu an? Ben şu an ne okuyorum?? Neyi kaçırıyorum ben bu hikayede???" diye diye sonuna geldiğim, anlamadığımı düşünüp üstüne bir de sitedeki incelemelerini okuduğum, onları da okuduktan sonra ya tekmil okuyucunun bu kitabı anlamadığını ya da bu kitapta cidden anlayacak bir şey olmadığını
“Zira insanların varolmasının sırrı yalnızca yaşamakta değil, yaşamalarının nedenindedir. Ne için yaşadığını kesin olarak bilmeden insan yaşamayı kabul etmez. Hatta dünya nimetlerine boğulsa bile kendini yok etme yoluna gider.”
Evimin kapısından en son 5 Şubat 2023'te girmiştim...
Saatler sonra taşların arasında uyandım. Korktum, ne olduğunu anlamadım. Sırılsıklam ıslanmıştım. Evdeydim ama yağmur yağıyordu. Kendime gelip kardeşlerimi ailemi aramak için kendi imkanlarım ile çıktım. Arka sokakta kardeşimin evi vardı. 18 aylık bebeği ve eşi evde yalnızdı. Yalınayak ne yöne gittiğimi bilmeden dakikalarca dolandım. Sonra bir şekilde binayı tanıyıp buldum. Minik yeğenimi ve annesini binanın yönetici ile beraber duvarları çekiçle kırıp kurtardık... Hatırladığım diğer şeyler bunun gibi değil. Çok daha korkunç, hafızamda silmek istediğim onlarca görüntüye sahibim... Unutmak istiyorum. Birçok kişi gibi. Ama biliyorum ki unutmak mümkün değil...😥🥀
Çok kızgınım, çok kırgınım...
(Fotoğraf eve ilk taşındığımda aile grubuna atmak için çekilmişti 😔)
İnsanın "Yeraltı" kafasının içidir... Kafasının içindeki mağaradır... İç dünyasındaki korkak benliğidir...
Dostoyevski, beynin sınırlarını zorlayan bir eserle çıktı karşıma. Aslında bu eser her anlamıyla sınırları zorluyor; vücut bulmak için, anlamak için, anlamlandırılmak için...
Öncesinde kitabın genel hatlarından bahsedeyim. (Ayrıca