"Fazlasıyla cesur ve fazlasıyla korkağız, çocuklar kadar iyi kalpli ve acımasızız. Hem aşırı duygusal hem gerçekçiyiz. Dünyevi ve maddiyatçıyız...
...
Biz buyuz Cal, hepimiz. Sen de pek farklı değilsin."
Biz hepimiz yaşanan korkuların ürünleriyiz. Yüzlerinde patolojik bulgular taşıyan anne - babaların bir tür sosyal halüsinasyon sayılabilecek birliktelikleri esnasında düştükleri yokolmama telaşının oluşturduğu performansyon ürünleri!
Gerçek siz, hiç büyümemiş olan içinizdeki o küçücük çocuktur. Bazen içinizdeki çocuk dışarıya çıkar. O anlarda kendinizi mutlu hissedersiniz. Eğlenirken, oynarken, resim yaparken, piyano çalarken, kendinizi bir şekilde ifade ettiğiniz anlarda çocuk dışarıdadır. Bu anlar yaşamınızın en mutlu anlarıdır. Gerçek siz dışarıya çıktığında geçmişte takılmazsınız ve gelecekle ilgili endişe duymazsınız. O anlarda çocuk gibi olursunuz.
Çocuk gibi olabilmeyi değiştiren bir şey vardır: sorumluluk. Bu durumda Yargıç devreye girer: “Bir dakika, sorumluluklarını düşün, yapman gereken şeyler var. Çalışmak zorundasın. Okula gitmek zorundasın. Hayatını kazanmak zorundasın.” Tüm bu sorumluluklar aklımıza geldiğinde yüzümüz değişir ve yeniden ciddi bir surat takınırız. Çocukların, yetişkinleri oynadığı oyunları izlerseniz o küçücük yüzlerinin değiştiğini görürsünüz. “Şimdi ben bir avukatım” dediğinde hemen yüzü değişir. Yetişkin yüz taklidini yapar. Mahkemelere gittiğimizde gördüğümüz yüz budur.
Biz buyuz. Biz hala çocuğuz ama özgürlüğümüzü yitirmiş bir çocuğuz.
Hamurumuz kötü de olsa bitmiş değiliz; bu evren tarihindeki şu göz açıp kapamayı bir şeye değer kılan bir değiştirme ve değişme serüveni, iki buz arasındaki gelip geçici bir sıcaklık, işte biz buyuz.
Bizim olan gidiyor bizden
sabah çimeninde çiy gibi, ısısı gibi
ısıtılmış bir yemeğin.
Nereye, ey gülümseyiş? Ey bakış:
Yeni, sıcak, tutulmaz dalgası yüreğin;–
yazık: İşte buyuz biz. Dağılıp eridiğimiz evren
boşluğunda kalır mı ardımızdan bizim tadımız?