Elini tutup avucundaki simler ve gölgelerle oynayarak bize çarpanlara benzeyen bir yıldız resmi çizerken, Rhys ölü kadar kıpırtısızdı.
İşim bitince parmaklarını kapatıp elimi tuttu. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gülümsüyordu. Ve yanağındaki parlak toz yüzünden öyle Yüce-Lord-dışı görünüyordu ki ben de gülümseyerek karşılık verdim.
Yüzündeki gülümseme kayboldu. Dudaklarını hafifçe aralayıp “Bir daha dene,” diye fısıldadığında kafama dank etti.
Ona şimdiye kadar hiç gülümsememiştim. Hem de hiç. Ya da gülmemiştim. Dağın Altı’nda hiç sırıtmamış, hiç kıkırdamamıştım. Ve sonrasında...
Sonrasında bile, benim için yaptığı onca şeye rağmen, karşımda duran bu adama... arkadaşıma... bir kez bile gülümsememiştim. Az önce bile yaptığım söylenemezdi - üstelik yeniden... yeniden... resim yapmış olduğum halde. Onun tenine. Onun için.
Resim yapmıştım... yeniden.
Ona gülümsedim - geniş geniş, kendimi kasmadan.
“Muhteşem görünüyorsun,” diye fısıldadı.