Zaten böyle bir hayatta yaşayıp, akıl hastası olmamak mümkün değil. Edebiyatın gamlı prensesi Tezer Özlü, çocukluğunu, evliliğini, hastanede geçen yıllarını anlatmış bu kitabında. Yaşadığı buhranlı günleri, klinik zamanlarını anlatmış ve hatta tedavi görürken kaleme almış. Kitabın en belirgin özelliği aşırı içten ve doğal oluşu bence. Baskıcı ailesinden bıkan , yaşadığı hayattan kurtulmak isteyen , kardeşi ve kuzenleriyle yaşadığı çarpık cinsel ilişkilerini büyük bir cesaretle yazmış.
Kitabı okuduğum zaman yine nefret ettiğim, her şeye sebep olan o kelime döndü durdu başımda : Baskı, baskı baskı...
Kaç kadın, kaç çocuk, kaç erkek, kaç insan bu baskı yüzünden psikolojisini bozdu bilinmez. Resmen insana verilmiş imtihan gibi. İnsanı özlerinden koparan hiçbir şey değil sadece baskı. İnsan kendi olamadığı yere ait olamaz ki. Neyin zorlaması bu?
Yazarın kitabında geçen;
"Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum.” cümlesi bir lüks ya da yanlış değildir. Ama bu cümleyi kurduranlara, ve bu cümleyi okuduğu zaman canının yanmasına sebep olan insanlara yazıklar olsun..