Daha genç olduğum ve daha kolay etkilendiğim yaşlarda, babamın bana verdiği bir öğüt, o gün bugündür hiç aklımdan çıkmaz. “Birini eleştirmeye kalktığında” demişti, “herkesin seninle aynı imkânlarla dünyaya gelmemiş olduğunu aklına getir.”
“İnsanları tanımak için onları sevmek gibi bir zorunluluğum yoktu. Ama yine de hep sevdim. Her şeyimi götürenler,kendilerinden hiç bir şey istemediklerimdi. Yine de onları sorgulamadım. Sadece kırıldım. Sessizce kırıldım. Kalp kırıldığında ses çıkmaz. Ama o sessizliği için duyar. Sessizleşirsin. Dilin susar. Kızmamışsındır ki bağırasın. Kırılmışsındır. Kızarsan bağırırsın. Kırılan insan susar. Güvenimi incittiler. Güveni bir kere sarsılan şüphe etmeyen gözlerle bakamaz kimseye. Yine de iyi yanımı görmeye çalıştım, hayatımda esip duran tüm fırtınaların… Çünkü biliyordum. Bazı sağanaklar yürümemizi zorlaştırırken bizi temizliyor…”
Çaresizlikten ölünce insan, hiçbir kan tahlilinde, hiçbir röntgende bir şey çıkmaz. Çaresi tükendi öldü demek yerine,vadesi geldi öldü denir,sonra da geçip gider.