Çocukluk sevilmek, beğenilmek için çaba harcamadığımız bir dönem. Sadece var olduğumuz için takdir topladığımız. Çocukluğu tebessümle hatırlamanın, özlemenin, tüm o çocukluk güzellemelerinin altında beğenilmek için çabalamaktan yorgun düşmenin etkisi var. Halbuki çocukluk dediğin uyuşuk bir şuursuzluk. Atlıkarıncada dört dönüp bunu heyecan dolu bir yolculuk sanma hali. Telefonumla bu fotoğrafın fotoğrafını çekiyorum Sepya filtreyle cila atıp Instagram'dan paylaşıyorum. Begenilmek için çocukluğuma dönüyorum yine.
CİNSELLİKLE İLGİLİ AKILCI
OLMAYAN İNANÇLAR VE MİTLER
CİNSEL mitlerin oluşmasındaki en büyük etken, kişinin bu konuda yeterli bilgi sahibi olmaktan kaçınması ve cinselliğin konuşulmasını istememesidir. Kışının çocuklukta büyüdüğü ailede konuşulan cinsel konular ve buna ilaveten arkadaş çevresinden alınan yanlış bilgiler, bazı mitlerın oluşmasına
The Health Center'in öğrenilmiş çaresizlikle ilgili bir raporunda içimizdeki 'ezik' çocuğa dikkat çekiliyor: "Öğrenilmiş çaresizliğin temelinde incinmiş bir çocukluk vardır. Ancak içinizdeki bu incinmiş çocuk, bugünkü duygusal problemlerinizi çözebilecek donanımda değildir. Hatta sizin daha fazla incinmenize neden olabilmektedir. Bu konuda atılabilecek ilk adım, olaylara verdiğiniz reaksiyonların mantığınız tarafından kontrol edilmesini sağlamaktır."
"Ancak çok güçlü sevebilen insanlar, çok güçlü üzüntüler de yaşayabilirler; fakat bu sevme ihtiyacı üzüntüye karşı koymalarını sağlar ve onları iyileştirir. Bu yüzden insanın ruhsal yapısı fiziksel yapısından daha canlıdır. Üzüntü hiçbir zaman insanı öldürmez."
Bu uçsuz bucaksız eğlence alanı, soğuk havaya rağmen bendeki gizli kalmış, unutulmuş bir yanı harekete geçirmişti. Bunun sebebi bir çocukluk anısı değildi, hep içimde taşıdığım, ama hiçbir zaman dile getiremediğim kendime verdiğim bir mutluluk sözüydü. Somut bir açıklaması olmadan, hayallerin alamayacağı bir cennet özlemi..
Birbirlerini çirkince kirletmeden, canavara dönüştürmeden önce tertemizdiler bu varlıklar... Bu çocuklara ne oluyordu da iğrenç, umursamaz, hissetmez, anlamaz insansılara dönüşüyorlardı?
Ama ona ne isim verirsek verelim her insanın içinde faaliyetin bu büyük çizgisine rastlamaktayız: zayıf bir durumdan üstün bir pozisyona, aşağıdan yukarı ulaşma savaşı. Bu savaş en erken çocukluk dönemimizde başlar ve ölene kadar devam eder. Yaşamak, bu gezegendeki varlığımızı sürdürmek, engelleri aşmak ve zorlukları yenmek anlamına gelir.
Gece, sadece gece olduğu için, etrafı karanlığa gömerek içimizdeki çocukluk korkularını uyandırır, yalnızlıktan ve tanımadıklarımızdan ne kadar korktuğumuzu hatırlatır bize. Bu hayaletleri alt etmeyi başarırsak gündüz karşımıza çıkanları da kolaylıkla alt edebiliriz. Karanlıklardan korkmuyorsak, aydınlığın dostu olduğumuzdandır.
Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir
erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler.
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü. Memo’ya ve sana duyduğum sevgide
bu ölümleri de, bu öksüzlükleri de değerlendirmelisin. Aşkımın tandırdan yeri çekilmiş bir yufka gibi her dem sıcak ve taze olduğunu anlamalısın.
Küçük flörtleri dışında, aşkı yaşamamıştı hünez. Aşkı hiç tatmamıştı ve tatmayacaktı bu gidişle. Ne çabuk geçiyordu zaman. Çocukluk, gençlik, okul yılları, sorumsuz, sorunsuz günler ne çabuk geçiveriyordu.