"Doğum her zaman önemli toplumsal bir olaydır ve çoğu zaman dine ilişkin birçok adetle çevrelenir. Anayla çocuk arasında varolan en doğal, en dolayısız bağı bile önemli toplumsal koşullar kendi egemenliği altına alır ve fizyolojik koşullara hiç boyun eğmez, gelenek ve topluluk adetlerinin etkileri gözönüne alınmadan bu bağ betimlenemez. (...) Kendi toplumumuzda analığın toplumsal ortak belirleyiciliğini bir kez kısaca özetleyelim ve niteliğini belirtelim.
Analık ahlaksal, dinsel, hatta sanatsal bir ideali temsil eder. Gebe kadını yasa ve töre korur; ondan kutsal bir nesne yapılmak istenir; kadının kendisi de bu durumundan gurur duyar ve bunun için mutludur. Gerçi tarih ve etnoğrafya burada gerçekleşebilir bir idealin söz konusu olduğuna dair bize kanıtlar verir. Modern Avrupa toplumunda bile, örneğin Polonya'nın dinine bağlı yahudileri arasında gebe bir kadın, gerçek bir ululama nesnesidir ve bu durumundan
gurur duyar. Bununla birlikte, hıristiyan topluluklarının aşağı tabakalarında gebelik bir yük gibi ve zararlı bir durum olarak sayılır. Az çok daha yukarı sınıflarda bir geçim
darlığı ve can sıkıcı bir durum yaratır ve geçici olarak günlük toplumsal yaşamın dışına çıkmak sayılır. Ananın doğuracağı çocuklarıyla ilgili duygularına, doğum öncesi tutumuna bakarak önem verdiğimize göre, bu toplumsal sorunun daha ciddi bir biçimde incelenmesine de inanıyoruz, çünkü bu tutum bulunan ortama ve kimi toplumsal değerlere göre değişir."