Nietzsche'nin bir kavgası vardı. Felsefeyi hayattan soyutlamadan insanın anlamını her defasında yeniden işleyerek, gelişen insanı, aşkınlaşan insanı ortaya koymak... Felsefe ise Nietzsche'nin bir mücadele alanıydı. Bu alan mutlak suretle hayata içkin olmalıydı ki felsefe-yaşam ayrılmaz iki kavram olarak düşünülmeliydi. Ancak Nietzsche'yi hiçliğin diktasını ilan ettiği koskoca bir coğrafyanın ortasında gerilla yapan bir kaderi vardı. Felsefesi o ki, Nietzsche bu yazgıyı kabullenerek ''amor fati'' demiş ve kılıcını kuşanmıştır batı medeniyetinin hiçliği esas kılan dini ve felsefi isimlerine karşı. Sorunun kaynağına inerek orada İsa ve Sokrates ile karşılaşır Nietzsche. Ve felsefesini yükselteceği yapısökümcü eleştiri ve çözümlemeleriyle hem Sokrates'i hem İsa'yı hem de Sokrates ardılı tüm felsefecileri(Hegel, Kant, Descartes gibi) kılıçtan geçirmiştir.
Bu noktada isimlere takılmadan felsefe üzerinden gidelim. Sizce felsefe hayata içkin mi olmalı yoksa soyutu konuşan, daha akılcı bir çizgide bulgu, delil temelli bilgilerle hareket ederken dünyanın anlamsızlığını da olumlayan bir yapıda mı olmalı?
Nietzsche bu anlamda kaderini yenmiş bir isimdir.
Kitap da bu felsefe çatışmasının anlatımını bizlere sunmaktadır. Özellikle Nietzsche eleştirileri penceresinden değerlendirilmiş olması oldukça başarılı bir objektif tutum ortaya koyulmasını sağlamış.
Hiçlik, din ya da akıl değildi başta varolan, orada varolan tek şeydi kuşku.
Keyifli okumalar.