"Biz Türk Dili biliriz. Suyun geldiği yana 'yukarı 'gittiği yana 'aşağı' deriz Bayhoca, dilin anlaşılmazından hiçbir şey anlamazız, koca Tanrı'ya şükür!"
Dikkat spoiler içerir.
İsmet İnönü'nün Lozan görüşmelerinden döndükten sonra 1933'e kadar kendine göre önemli olan olaylarla ilgili tuttuğu notları ve anılarını paylaştığı güzel bir eser. Lozan dönüşü Rauf Bey'in onunla görüşmek istemeyip ayrılması, Cumhuriyetin ilanından sonra
Çalışma
ideolojisi, hatta çalışmanın kutsanması, Protestan iş etiğinin sekülerleşmiş bir haliydi. Zaten
bu daha önce Weber tarafından kapitalizmin ruhu olarak
belirlenmişti. O’nun tahammül edemediği şey, kapitalizm ile sosyalizmin aynı
temele dayanmasıydı. O’na göre modernliğin kültü çalışma, sanayileşme
ve teknik ilerlemeydi. Üstelik kapitalizm ile sosyalizmin ufukları bu
noktalarda kaynaşıyordu. Bugün, daha iyi bir topluma bir evrim sonucu
ulaşılmadığı, ulaşılamayacağı iyice anlaşılmış durumda. Bunu
30’ların Avrupa’sında O’nun kadar iyi anlamış çok az düşünür vardı
Dikkat spoiler içerir.
Kitap Türk tarihi ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda neden eksik olduğundan yola çıkarak bu yoldaki çalışmaları inceleyen güzel bir eser. İlk olarak Türkoloji tarafının bile yabancı araştırmacılar tarafından kurulması, Orhun yazıtlarının bile yabancılar tarafından çevrilmesi, bizim ilgi göstermememiz sebebiyle Osmanlı Devletinin Bizans'ın devamı zannedilmesi gibi oluşan durumlardan bahsediliyor. Bunun engellenmesi için 1908 ve sonrasında özgürlükçü ortamda Yusuf Akçura, Fuat Köprülü, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi isimlerin yaptığı ve başlattığı çalışmalardan bahsediliyor. Akçura'nın Türkçülük çalışmaları, Lenin ile görüşmesi, Bolşevik devrimine sempati duysa da Rusya Türklerini bir çatı altında toplamak istemesi anlatılıyor. Afet İnan'ın bir Fransızca kitapta gördüğü bir söz üzerine Atatürk'ün Türk tarihi konusuna verdiği önem, Güneş Dil Teorisi ve yapılan çalışmalar, bu çalışmalarla TTK ve DTCF kuruluşunun paralel yürütülmesi anlatılıyor. Köprülü'nün bu çalışmalar karşısında çıkardığı Türkiye Tarihi eseri, Köprülü metodu olarak bilinen her açıdan ele alıp tarihi ona göre yorumlama ilkesi, aslında sanıldığı gibi Türklerde İslami esasların çok aşırı uygulanmaması (toprak mülkiyeti gibi, Osmanlı da toprak padişahındır), mantıklı bir çerçeve ile Türk tarihini Oğuzlardan başlatıp Osmanlı ve Cumhuriyete bağlayabilmesi, İnalcık gibi bir ismin bile Köprülü'ye hakkını vermesi gibi konular anlatılıyor. Dili biraz ağır ve dipnotları fazla olsa da okunmaya değer bir kitap.
Bir arkadaşımın öneri listesinde görerek alıp okudum ancak çok beğenemedim. Bahsi geçen kol, anlatıcının babasının yaratılıştan fazladan olan üçüncü kolu. Kalp hizasında bir kol. Dışardan bakınca belli olmuyor ama babası sürekli kendine espri konusu yapıyor. Acziyet yok. Baba bir gün ölüyor ve baba-oğul arasında geçen hatıralar önümüze seriliyor. Beğenmediğim yer bu hatıralar. Baba, oğluna çapkınlıkları, özel yaşamı, kadınlarla olan gönül ilişkilerini oldukça müstehcen bir biçimde anlatıyor. Bazı yerlerde midem bulandı. Perulu aileler böyle mi oluyor bilmiyorum ama beni tiksindirdi. Tavsiye etmem. Ama dili sade, akıcı. Çevirmenin başarısıdır belki puanım tamamen dil özelliklerine.
Bir Kol HikayesiRicardo Sumalavia · Holden Yayınları · 2022153 okunma
Jack London kitabında üç türü anlatıyor:
1. "Ateş İnsanları" olarak isimlendirdiği topluluk. Üç türün en gelişkini. Birbirleriyle konuşuyorlar. Ateş yakıyorlar. Ok ve yay kullanıyorlar. Vücutları ötekilere göre daha kılsız. Tezcanlı bu türe ait ama onlardan ayrı düşmüş.
2. "Ağaç İnsanları" olarak tanımladığı topluluk. Bu üç türün en ilkeli. Ağaçlarda yaşıyorlar. Herhangi bir alet kullanmıyorlar. Görünümleri Halk'a göre daha ilkel. Kızılgöz bu türün bireyi.
3. "Halk" adını verdiği topluluk. Ağaçtan yere inip mağaralarda yaşamaya başlamışlar ama henüz ağaçlarla bağlantılarını kesmemişler. Bir dil geliştirememişler. Konuş muyorlar ama somut anlamlar yükledikleri sesler çıkararak ( carcarlayarak) birbirleriyle anlaşıyorlar. Geliştirdikleri aletler son derece basit. En fazla sukabağını su testisi olarak kullanmayı akıl edebilmişler. Kafatasları basık, alınları geriye doğru yassı. Kıllılar. Kitabın kahramanı Kocadiş bu türün üyesi.
Farfara sayesinde olmuştu fakat dürüst olmak gerekirse, ki gerekir her daim, pek beğenmemiş ve nasıl bunca iltifata mazhar olduğunu anlamamıştım.
Günlük konuşma diliyle edebiyat bir araya öyle kolay gelmez, gelemez. Duyguları, düşünceleri, hayalleri ve dahi insana dair her bir şeyi belagat ile ifade kabiliyeti günlük hayatta , yani öyle rastgele, yani öyle sıradan, yani öyle olduğu gibi, yani demem o ki zorlanmadan başarılan bir durum olmadığından edebî eserler yazarken kullanılan dil de öyle her babayiğidin harcı değildir, derler. Kimler derler ? Edebiyatologlar tabii… Ben de bu zatların tedrisatından geçmiş biri olarak bir zamanlar böyle düşünüyor idim.
Ama Sezgin Kaymaz bu düşüncemi yıktı. Biraz geç oldu ama olsun. Edebiyat ders kitaplarına girer mi bir gün bilmiyorum ama benim en sevdiğim yazarlar arasına çoktan girdi kendisi.