Kişisel kitap arşivinizi oluşturmak, okurları, kitapları, yazarları ve konuları takip etmek için 2milyon+ okurun arasına katılın.
Akış
Ara
Paylaş
Alışveriş
Popüler
Keşfet
Ne Okusam?
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
İncelemeler
Alıntılar
Doğu Cephesi harekatının tamamlanmasından sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yitirilmiş olan Artvin, Posof, Şavşat, Ardahan, Çıldır, Kars Iğdır, Tuzluca, Sarıkamış ve Oltu yeniden Türkiye topraklarına katıldı. Doğuda barışın sağlanmasının ardından Batı cephesine kaydırılan Doğu cephesi birlikleri Yunanlara karşı savaşlarda da büyük yararlılıklar gösterdiler.
(Milli Mücadele sırasında doğu cephesindeki) Dört Tümen olarak örgütlenen 15. kolordunun 15.811 asker, 20.872 tüfek, 56 makineli tüfek ve 40 top mevcudu vardı.
Uygarlık açısın­dan her şey Doğu'da ortaya çıktı ve Batı Doğu'yu hep kıskandı.
Orta Doğu
Soğuk Savaş'ın galibini belirleyecek, petrol üstüne girişilen ilk ve gerçek kapışmanın dünyanın en fazla petrole sahip olan yöresinde, yani Orta Doğu'da yaşanması hiç şaşırtıcı değildi...
94 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
17 saatte okudu
İçinde 10 adet öykü var. Öykülerin büyük çoğunluğunu çok sevdim. Kısacık olmalarına rağmen oldukça etkili öyküler. Kitaba adını veren öykü kız kaçırma durumu. Ağanın kızını zorla kaçırıyor evlerinde çalışanlardan biri. Lakin anlayıp dinlemeden kızı bulunca öldürüp namusum temizlendi diye gezebiliyorlar. Kadının söz hakkı hiç mi olmaz? Nedir bu erkek egemen topluluğu? Genel olarak kadın konulu hikayelerden oluşuyor kitap. Kısacası doğu hikayeleri desek yeridir. Kısa anlatmasina rağmen o duyguları size hissettirebilmiis yazar. Verdiği mesajlar da oldukça güzeldi.
Reşo Ağa
Reşo AğaBekir Yıldız · İskele Yayıncılık · 2006114 okunma
Hayvan, aç ve hayatı tehdit altında olduğu zamanlarda tehlikelidir. İnsan ise tok ve güçlü olduğu zaman tehlikelidir. Kıyaslanamayacak kadar çok daha fazla suç, mahrumiyetten değil tokluk ve taşkınlıktan işlenmiştir.
Biz diyoruz ki: insan evrilmiştir fakat bu ancak onun dış ve ölümlü tarihidir. Hâlbuki insan yaratılmıştır da. İnsan, akışın bir anında, açıklanamaz bir şekilde hayvan olmadığının ayırdına varmış, dahası, hayatın anlamını içindeki hayvanın reddinde bulmuştur. Şayet insan doğanın çocuğu ise nasıl olur da beklenmedik bir anda onun karşısına geçip, ona karşı durmuştur? Hayvan atalarından miras kalan zekâsını en üst düzeye kadar geliştirelim, şahit olacağımız şey onun ihtiyaçlarının hem nicelik hem de kapsam itibariyle artacağıdır. Onlardan hiçbiri ne azalacak ne de eksilecektir. Olacak tek şey, bu ihtiyaçların giderilmesi eyleminin çok daha zekice, daha güvenli ve daha organize yapılmasıdır. İhtiyaçların giderilmesi primitif evrede tesadüfe bağlı iken, medeni toplumda çok gelişmiş planlı ekonomiye doğru ilerleyecektir. Ne var ki, hayattan feragat etmek, arzularından arınmak, bir başkası için fedakârlık yapmak ya da genel olarak fiziki hayatın yoğunluğunu azaltmak gibi fikirler hiçbir zaman zihinden türemez. Hayvanda, etkinlik ve menfaat prensibinin çarpıcı örneği olan içgüdüler vardır. İnsanın ise ahlâki bir çizgisi ve ütiliter olmayan bir etiği vardır.
Hayvan varoluşunun prensibi etkinlik, yararlılık, pragmatistliktir. İnsan varoluşunun prensibi -şayet insansa- bu olamaz. Hayvan doğaldır. İnsan doğaüstüdür, irrasyonel, anlaşılmaz, inanılmazdır ve dahi rasyonel olarak imkânsızdır. Eğer tüm bunlardan ibaret değilse, o yoktur, en azından insan olarak yoktur. İnsan, dünyanın genel akışına, hiçlik ve yokluk olan evrensel mekanizmaya direndiği ölçüde insandır.
"Mescid-i Aksa, Kudüs'ün yüzük taşıdır. Kudüs bir tepenin üstünde yaratılırken, bir mücevher gibi yontula yontula zirvesindeki Mescid-i Aksa'da son bulmuştur. Mescid-i Aksa, Kudüs'ün yaptığı doğum gibidir, minaredeki ezan gibidir, al bayraktaki hilal gibidir. Ona halel gelirse Kudüs herhangi bir Orta Doğu şehrine döner. Tıpkı minarenin bir kuleye, al bayrağın bir düşmana dönmesi gibi."
Sayfa 148Kitabı okudu
Naneli Çay
Hayal edelim: Afganistanlı bir hacı kafilesi, develer ve katırlarla aştıkları, rüzgâra, insana ve havsalaya kafa tutan bir coğrafyanın bitiminde, Orta Doğu'nun da başladığı yerlere denk gelen bir ovaya iniyor nihayet. Orada Doğu Türkistan'dan gelen Türklerle karşılaşıyor. Onların yolu, bir masaldan gelmiş kadar uzun. Hecin develerine yükledikleri Çin ipeklerinin aralarındaki narin porselenler, Türkçe gibi, bir Uygur kızının Türkçesi gibi şıngırdıyor. Hindistan'dan gelen Nakşibendi hacılar, Kırım'dan gelen Musa Carullahlı hacılar, İstanbul'dan gelen usturuplu hacılar, hep birlikte Kudüs'e giriyorlar. Kudüs sokaklarında, her dilde Allah demenin pazarı kuruluyor. Taşlar bile seviniyor. Hayal edelim dedik ama bu manzara aslında daha yüz sene kadar önceki Kudüs'ün hakikati. Kudüs, dünyanın her yerinden hacıların girip çıktığı, uğrayıp kalktığı, her dilden kelimesini bırakıp göçtüğü kavşaktı. Sokaklarında hırpani Kalenderi dervişlerine, Bağdatlı zarif bilgiler eşlik ederdi. Conan çizgi romanlarındaki, envalçeşit milletten gelen ve birbirinden asla hazzetmeyen yabancıların toplandığı tekinsiz şehirlere benzemez; tüccarlar, bürokratlar, zanaatkarlar, aşıklar, hepsi dünyanın pek az yerinde rastlanan bir uyumla bir araya gelirler, sadece kendilerine mahsus bir sırrı paylaşıp olgunlaştırmak ister gibi yüksek surların ve yalçın kapıların arkasında, bu kayadan şehrin sokaklarında buluşurlardı. O zaman bir hayal daha kuralım: Bir ikindi vakti Lahorlu hacılarla oturmuşuz, Mescid-i Aksa'nın avlusundayız: bir zamanlar buralarda İsrail bayrağı dalgalanıyordu hafazanallah, filan diye gülüşüyoruz.
Ahmet Murat'tanKitabı okuyor
250 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.