Doğrusu Nataşa’yı ne gibi duyguların etkisi altında aklımda tuttuğumu iyice anlamıyordum; ama tekrar kavuştuğumuz anda bizi kaderin birleştirdiğine inandım.
Çünkü onun derinliklerine ne kadar çok inersek, kendimizi de o kadar derinden hissederiz. Sadece hakiki insani varlığımıza ulaştığımızda ona yakın oluruz. Kim kendini iyi tanıyorsa onu da iyi tanıyordur; bütün insanlığın son sınırı o değilse hiç kimsedir. Onun eserine giden bu yolculuk bizi duygunun bütün araflarından, kötülüklerin cehenneminden, dünyevi acıların bütün basamaklarından geçirir: İnsanın acısından, insanlığın acısından, sanatçının acısından ve en sonuncusundan, en korkuncundan, Tanrı acısından. Yol karanlıktır, insan içinden tutku ve hakikat aşkı ile yanmalıdır, yanlış yollara sapmamak için: Onunkine girmeye kalkmadan önce kendi derinliğimizi baştan sona dolaşmalıyız. O haberciler göndermez, sadece deneyim bizi Dostoyevski'ye götürür. Ve onun şahitleri yoktur, bedeninde ve zihninde sanatçının şu üç mistik biriminden başka: Yüzü, kaderi ve eseri.
Bir kitap kurdu olarak bu incelemeyi yazma isteği duydum çünkü gerçekten yıllardır herkesin en çok sevdiği klasiklerden biri olup benim okumadığım bir kitaptı bu kitap Dostoyevskinin çoğu kitabını okudum ve tarzını yaptığı işleri severim normalde gerçekten tarzını betimleme tarzını verdiği felsefeyi düşünceyi beğenirim ama bu kitap bana göre
"Sen mutlusun diye herkesin, tam anlamıyla herkesin birdenbire mutluluğa boğulmasını istiyorsun. Tek başına mutlu olmak sana azap veriyor, zor geliyor!"
"Ne kadar garip, bir zamanlar bize kötü gelen, bizi kızdıran olaylar bile birer anıya dönüşünce bütün kötülüğünü kaybediyor. Sanki geçmişin hayalinde bir çekicilik, sevimlilik kazanıyor."