Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yavuz'un başka çaresi yok muydu?
"Yavuz'un başka çaresi yoktu" diyen "resmi tarihçiler" Yavuz'un asıl hedef olarak İran'ı da fethederek hem Kızılbaş inancını ortadan kaldırmayı, hem de İslam dünyasında Sünni hakimiyetini kurmak istediğini göz ardı ediyorlar. Gözardı edilen diğer önemli konu da yukarıda da uzunca anlattığımız gibi "ekonomik gücün" ele geçirilmesidir. Ekonomik gücün ele geçirilmesi, Baharat Yolu'nun, İpek Yolu'nun, Yemen-Şam ve Tebriz-Şam ticaret yollarının ve Suriye'deki altının kontrolünden geçmektedir. Bir Kızılbaş devletine dönüşen Şah İsmail'in Safevi Devleti bu yolların tümünü kontrol eder hale gelmektedir. Buraların ele gecirilmesi için Safevilerin yenilmesi gerekir. Bu kolay değildir. Çünkü "düşman devlet" bir yanıyla "İslam" diğer yanıyla da "Türk" tür. Yapılması gereken ilk hamle öncelikle Kızılbaşların "İslam"dan nasıl saptıklarını anlatmak, Kızılbaşları sapık olarak ilan etmek olmalıdır. Yavuz Selim aynen böyle yapıyor. Sünni ulema müthiş bir Şii, Kızılbaş düşmanlığına başlıyor. Şiiliğin ve Kızılbaşlığın "Ehl-i Sünnet mezhebi tarafından reddedildiğini" yayıyor. Fetvalar yayınlattırıyor. Resmi tarihçiler bunu görmek istemedikleri gibi, onun bu politikayı ve Kızılbaş düşmanlığını daha Trabzon'da vali iken geliştirdiğini de görmezden geliyorlar.
Başyazı
Okurlara.... Ben, burada İslam Tarihi'nin en eski senetlerine dayanarak Peygamber ve Medine'ye en yakın nokktadan bakmaya çalıştım. Ayrıca anlattıklarımı Ehl-i Sünnet kardeşlerimin metinlerine isnat ettirdim. Beklediğim, onların da çalışmalarını Ehl-i Şia kardeşlerinin senet ve kitaplarına isnat edebilmeleridir. Böyle olunca yıllarca birbirinden uzak kalmış ve yabancılaşmış bu iki kardeşin birbirine yakınlaşıp birleşmeleri sağlanabilir. Çünkü her bir fırkanın itikadi yapıları, kardeş fırkaların eserlerinde zikredilirse, onların itikadının doğruluğu hakkında hiçbir şüphe kalmamış olur. Ben, Taber'inin Tarih'ini ve İbni Hişam'ın Sird sini metin kaynağı olarak seçtim. Başka bir kaynaktan yararlandığım zaman da kaynağın adını belirtmeye çalıştım. Diğer bir önemli nokta; İslam Peygamberi hakkında -pek çok yazılar yazıldığı halde- okur için tekrar sayılan ve de siyerlerden edinilebilen bilgilerden ayrı şeyler yazmaya çalışmış olmamdır. Son nokta da şudur ki; benim bu öyküye bakış açım, mezhebi itikadlar açısından değil, herhangi bir inanç ve dine mensup bir insanın bakış açısından olayı değerlendirmemdir. Böyle bir bakış açısından seyredilen manzara; her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak gözükecektir. Bu yüzden İslam Peygamberi hakkında seçtiğim konuşma tarzıyla ilgili olarak, okurdan beni bağışlamasını dilerim. Çünkü burada vurgulanmak istediğim şey, bir Müslüman olarak değil, tarafsız ilmî bakış açısıyla olayları değerendiren bir düşünür olarak Muhammed'in görüntüsünü sergilemektir. Ali Şeriatî
Reklam
Orta Asya'da Türkler, dinî/İslâmî hayatlarını, genel manada, itikatta Ehl-i sünnet/Mâtüridi, fıkıhta Hanefi mezhebi üzerine inşa etmişlerdir. İslami hayatın bu şekilde inşasında Yesevi ve Nakşibendi tarikat silsilesi başta olmak üzere mürşid ve şeyhlere intisabın esas alındığı tasavvufi anlayışın büyük tesiri olmuştur. Türkistan diyarından gelen Osmanlılar da atalarından aldıkları bu İslâmî mirası devam ettirmişler ve Mâtüridi/Hanefi mezhebine mensup olmanın yanında, tarikat şeyhleriyle irtibatlı olarak İslami hayatlarını sürdürmeye büyük ehemmiyet vermişlerdir.
Sayfa 43 - ensarKitabı okudu
Mutezilenin Ehl-i Sünnetten Ayrılması...
Mutezilenin reisi Vasıl b.Atâ, Hasan-i Basrî'nin talebelerinden olup onun meclisine devam ediyordu. Bir müddet sonra meclisinden ayrıldı. Ayrılmasının sebebi şu vak'adır: Vasıl b.Atâ, büyük günah işleyenin ne mümin ne de kâfir olmadığını kabul ediyor, dolayısıyla iki mertebe arasında bir derece ispat ediyordu. Bu düşüncesi dolayısıyla hocası
Sayfa 61 - 62
Bazıları "Selefiye" adlı mezhebi de hak mezheb kabul etmektedir. Bu görüş hatalıdır. Selef-i Salihin ile Selefiye'yi birbirlerine karıştırmamak lazımdır. Selef-i Salihin diye ilk çağ müslümanlarına diyoruz. Onlar bizim önderlerimizdir. Selefiye ise, aşırı ve ifrat fikirlere sahip olan İbni Teymiye'nin açtığı bir çığırdır ki, hatalı fikirlerle doludur. Vehhabîllik denilen bozuk bid'at fırkası işte bu selefilikten azma bir gruptur.
Sayfa 8
Tartışmalı bir mevzu sorunu çözülmüş oldu :)
Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebi de kendi arasında iki kısma ayrılır: Hadisçilerin çoğunluğuna göre İmâna amel de dahildir. Mezhebimizin imamı İmam Ebû Hanife (rh.a) ve fakihlerin çoğunluğu ve kelâm âlimlerine göre amel İmana dahil değildir. Ancak bu iki görüş sahipleri de; tasdiki terkedenlerin kâfir ve ameli terkedenlerin de fásık olduğu konusunda görüş birliğindedir. Bu durumda aradaki ihtilaf isimlendirmeden ibaret olarak kalmaktadır. Zira selef, amelleri İmanın bir cüzü olarak saymakla birlikte, amellerin bulunmamasını İmânın bulunmadığı anlamında kabul etmemişlerdir.
Sayfa 115 - Semerkand Yayınları, Birinci ciltKitabı okudu
Reklam
Selçuklular'ın Fâtımîler'le mücadele içerisinde oldukları Hicaz, Yemen ve (bugünkü) Suriye toprakları daha çok Ehl-i sünnet'in Şâfiî görüşünün yaygın olarak yaşandığı topraklardı. Dolayısıyla Şiî düşünceye karşı Ehl-i sünnet fikrini güçlendirirken, bu coğrafyanın sosyokültürel yapısına ve mezhep özelliğine dikkat etmek gerekmekteydi. Bu sebepten dolayı, Sünnîliğin başarıya ulaşması için açılan Nizâmiye medreselerinin, Şâfiî mezhebi üzerine eğitim veren kuruluşlar olmasına ses çıkarılmamıştır.
Sayfa 167Kitabı okudu
Ehl-i Sünnet müçtehitlerin hiçbirinin mezhebi siyaset üzerine kurulmamıştır. Biz bu çirkin iddiayı şiddetle reddeder, o mübarek zevatın mezheplerinin Kitap, Sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha, yâni İslâm’ın dört beton direği üzerine kurduklarını ve bu mezheplerin muhkem birer burç gibi sağlam ve metin olduğunu erbab-ı cehalete bir daha hatırlatırız! Eğer İmam-ı A'zam Hazretleri siyasete karışmış olsaydı, kendisine teklif edilen kadılığı kabul eder, hapishanelerde işkence altında can vermezdi. Gerçi Şiîler, Hâricîler gibi, bazı fırkalar siyasî maksatlarla zuhur etmişlerse de bunlar Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ten olmadıkları için önderlerine alelıtlak mezhep imamı ismi verilemez.
63 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Rabbim hayırsız ilimden hepimizi korusun.
Selamun Aleyküm 1000kitap okurları. Hüseyin Hilmi Işık efendinin bir kitabını daha bitirmek nasip oldu. Hüseyin Hilmi Işık kitabın başında bu kitab için ; " Din kardeşlerimin, kardeşi kardeşten ayırmaya çalışan bu yıkıcıların yaldızlı iftirâlarına aldanmamaları için, otuzaltıncı mektubu farisiden türkçeye terceme ederek (İslamda İlk Fitne) adını verdim. İlk olarak 1967 yılında basıldı. Bu kitabı ve
İslama' a Hizmet
İslama' a Hizmet
,
Eshâb-ı Kirâm
Eshâb-ı Kirâm
ve
Aldanmıyalım
Aldanmıyalım
kitablarımı insâf ile okuyan kıymetli gençlerin sâf ruhlarının ve temiz vicdânlarının Ehl-i sünnetin haklı olduğunu göreceklerinden emin bulunuyorum." diye açıklıyor. Kitabın içeriğinde
İmam-ı Rabbânî
İmam-ı Rabbânî
Müceddid-i elf-i sani şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi hazretlerinin Mektubatından, ikinci cildin otuzaltıncı mektubu türkçeye terceme edilerek Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü ve Ehl-i Sünnet mezhebi ile diğer bozuk mezheblerin Eshâb-ı kirâm hakkındaki sözlerini bildirmektedir. Kitapta ayrıyeten Hz. Ebubekir (Radıyallahu Anh) ve Hz. Muaviye (Radıyallahu Anh) ile ilgili bilgiler mevcut. Kitapta reformcu Abdullah Bin Sebe'den ve Rafizilik'den de bahsediliyor. Bu değerli bilgileri hazırlayıp, kitap haline getiren Hüseyin Hilmi Işık efendiden , bu kitabın hizmetini veren tüm çalışanlardan ALLAH bin kere razı olsun.
İslamda İlk Fitne
İslamda İlk Fitneİmam-ı Rabbânî · İhlas Vakfı Yayını · 197620 okunma
Mezhep nedir: Mezheb, büyük din müctehidlerinin edille-i şer’iyyeden çıkardıkları meseleler ve hükümler topluluğudur. Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken Müslümanlar her türlü meselelerini Peygamberimizden, ondan sonra ise Sahâbe-i Kirâm’ın büyüklerinden öğreniyorlardı. Mezheb imamları, dînî meseleleri Sahâbe-i Kirâm’dan ve tâbiînden öğrenmişler
Reklam
"İnsan 10 şeyi kendi üzerine farz görmeyince vera'sı tamam olmaz:
Abdülkadir-i Geylânî der ki: "İnsan on şeyi kendi üzerine farz görmeyince vera'sı tamam olmaz: 1. Dilini gıybetten korumak. 2. Kötü zandan sakınmak. 3. Alay etmekten,insanlara gülmekten,maskaralıktan sakınmak. 4. Harama bakmamak,el uzatmamak. 5. Doğru sözlü olmak. 6. Kendini beğenmemesi için,Allah Teâlâ'nın üzerinde olan ihsan ve nimetlerini bilmek. 7. Malını hak,sevap ve taat yolunda sarfedip bozuk yollara,günahlara ve taati engelleyecek işlere harcamamak ve sarfetmemek. 8. Kendini büyük görmemek, büyüklük ve kibirlik istememek. 9. Beş vakit namazı vaktinde kılmak, rükü ve secdelerini iyi yapmak. 10. Ehl-i sünnet ve'l-ce mâat mezhebi üzere bulunmaktır.
Abdülkadir-i Geylânî, Gunyetü't-Tâlibîn, s. 206Kitabı okudu
KALPLER ANCAK ZİKİRLE MUTMAİN OLUR
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Rabb’ini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin hâli, diri ile ölünün hâline benzer.” Bu hadîs-i şerîfte, Rabb’ini zikreden kimse, hayat sâhibi olmasına rağmen, diri olan kimseye benzetilmiştir. Çünkü buradaki hayat sâhibinden maksat, hakîkî ve ebedî hayat sâhibi kimsedir. Bu da ancak, Allâhü
Hudâ Rabbim, Nebim hakka Muhammeddir Resûlullah. Hem islam dinidir, dinim: kitabımdır kelâmullah. Akaidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim hamdolsun. Amelde. Ebû Hanife mezhebi, mezhebim vallah.
Sayfa 406
Ahmed b. Hanbel
Ehl-i hadisinin en önemli temsilcilerinden bir olan Ahmed b. Hanbel'in ismi etrafında kurulmuştur. Kendi döneminde fakih kimliğinden çok, muhaddis olarak tanınan Ahmed b. Hanbel 164/780 yılında Bağdat'ta doğmuş, orada yetişmiş, hadis tahsilini tamamlamak üzere Kufe, Basra, Mekke, Medine, Suriye ve Yemen'de uzun süre kalmış, halife Me'mun ve Mu'tasım dönemlerinde "Halku'l-Kur'an" tartışması dolayısıyla yaşanan olaylarda (mihne) uzun süre hapsedilip işkence görmüş ve 241/855 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. Huşeym b. Beşir, Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdi, Ebu Yusuf, Şafii, Veki b. Cerrah ve Abdurrazzak b. Hemmam başta olmak üzere birçok hocadan hadis ve fıkıh öğrenmiştir. Neredeyse bütün mesaisini hadis-sünnet rivayetlerini öğrenme, ezberleme, anlama ve nakletmeye veren Ahmed b. Hanbel'in bizzat kaleme aldığı veya yazdırdığı kapsamlı bir fıkıh eseri yoktur. Kaldı ki o, ictihad üriinü olan fıkıh hükümlerinin Kitap ve Sünnet'in yerine geçeceği endişesiyle kendisinden fetva nakledilmesine de ısrarla karşı çıkmıştır. Ömrünün sonlarında bu katı tutumu esneyince göriişleri, öğrencileri ve oğulları tarafından Mesail isimli kitaplarda derlenmeye başlamıştır. Bu derlemeler vefatından sonra da devam etmiş ve adı etrafında oluşturulan kolektif fıkhı birikim Hanbeli mezhebi olarak isimlendirilmiştir.
Sayfa 95 - Sünni Mezhepler. IV Hanbeli Mezhebi.Kitabı okuyor
Buraya dikkat!
Daha sonraları "Selefiye" denilen hatalı bir mezhep çıkmıştır . Bunun kurucusu İbn Teymiye'dir. Devam ettiricileri de Muhammed İbn Abdülvehhab, Cemalüddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza gibi gayr-ı muteber eşhastır. "Selef-i Salihin" ile "Selefiye Mezhebi"ni birbirine karıştırmamak gerekir. Birinciler ehl-i sünnetin öncüleridir, ikinciler ise ehl-i bid'attendir.
296 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.