Yeğenim henüz iki yaşında, adı Muhammed. Parka doğru yol alıyoruz. Ailenin ilk torunudur kendisi. Bir dediği iki edilmiyor haliyle. Parkta oynayan çocuklar görüyoruz. Hallerine bakınca Suriyeli ya da Afgan olduklarını anlıyorum. 3 çocuk kendi aralarında top oynuyorlar. Topları bizim tarafa doğru geliyor. Tam yanımıza gelince Afgan oldukları belli
O gecenin sabahına açılan gözlerini aynada fark etmeye çalışıyordu. Geri dönmek istiyordu; bir daha uyanmamak... Biliyordu ki orasıydı onun özgür dünyası, yaşamaya değer yanları, düşleyip düşünebildikleri, susmadan söyleyebildikleri... İfadesinde acı tuzlu taneleri ile düşünmeye başladı, bu aralar hükümsüz düşünceler sarmıştı tüm benliğini.
Sen benim kim olduğumu bilmezsin. Ateş gibi yere yakınım ama yakmam. Su gibi berrağım ama ıslatmam. Bazen havaidir ruhum, yerimde durmam. Ben bazen buradayım, bazen görünmem. Parçalanırım az biraz, ufalanırım kum gibi. Her bir tanem parlar ama güneşte cam gibi. Ben bir kayayım çarparsan düşersin, ben bir yamacım sendelersen kayarsın. Güneşin doğduğu yerdir evim, iklimlere göredir yerim. Ben kıymet bilene yurt olurum, bilmeyene ömür emanet edemem. Ben diyorum ya ne yerdeyim ne gökteyim. Sadece garip bir seherde asılı ruhum.
"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri