YALNIZ ALLAH İÇİN YAPILAN İBADET: ORUÇ
Oruç ibadeti öncelikle Müslüman olmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir. Allah’a inanan ve Müslüman olduğunu ilan eden bir kimsenin oruç tutmaması düşünülemez. Oruç ibadeti bizim Müslümanlığımızın bir alameti, göstergesidir. Rabbimize olan kulluğumuzun, yakınlığımızın, şükrümüzün en güzel şekilde ifadesidir. Sadece O’nun için, O’nun rızasını kazanmak adına en temel ihtiyaçlarımızdan olan yeme ve içmenin dahi terk edilebilmesi, samimi- yetimizin bir işaretidir. Kulluğun içten bir ifadesi olan orucun bu yönüne Allah Resûlü şöyle işaret etmiştir: “…Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun ağız kokusu Allah katında, misk kokusundan daha hoştur. (Allah oruçlu için şöyle buyurur): ‘O, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini sırf benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli sevap vardır.’” (Buhârî, Savm, 2) Samimi duygularla, riyadan uzak bir şekilde, sadece Rabbi için oruç tutan kimse eşsiz mükâfatlara kavuşacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı
Güzel bir kitaptı ama puanının bu kadar yüksek olmasını abartılı buldum. Kitabın ilk bölümlerinde fakir kız, zengin adam aşkı konulu bir roman okuyacağımı sandım. İlerleyen bölümlerde polisiye, gizem, dram hepsi vardı.
Bundan sonra spoiler içerir
Maxim Winter çok zengin bir adam, büyük bir malikanede yaşıyor. Uşakları, hizmetçileri var. Karısı Rebecca teknesi batıp boğulup ölünce, kendisinden çok genç, fakir bir kızla evleniyor. İkinci karısının adı bile kitapta geçmiyor. Kadın yeni hayatına alışmakta zorlanıyor, biraz ezik bir karakter. İlk kadın Rebecca'nın gölgesinde kalıyor, kocasının hâla onu sevdiğini sanıyor. Evde bir kahya kadın var, Rebecca'yı çok sevdiği için, yeni eşi sürekli iğneliyor. Zaten kadını en baştan kovmamasına çok kızıyorum. Bir süre sonra Rebecca'nın teknesi ve kadının cesedi bulunuyor. Kocası aslında ilk karısını kendisinin öldürüp, teknesini kaza olmuş gibi batırdığını söylüyor. Bunu duyunca rahatlıyor ve kendine güveni geliyor. Sonra mahkemeye çıkıyorlar adam suçsuz bulunuyor. Olayın intihar olduğuna karar veriliyor. En sonunda kahya kadın bütün evi yakıp gidiyor. Karı, koca otellerde yaşıyorlar.
RebeccaDaphne du Maurier · İthaki Yayınları · 2020477 okunma
Her yerde kitaplar! Bütün duvarlar oldukça kalabalık ancak mükemmel sıralanmış raflarla giydirilmişti. Duvarın boyasını görmek neredeyse mümkün değildi. Siyah, kırmızı, gri, her renkten kitabın sırtında değişik renkte ve boyada yazılar vardı. Liesel Meminger'in hayatında gördüğü en güzel şeylerden biriydi.
Hayretle gülümsedi.
Böyle bir oda nasıl olabilirdi! (...)
Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk raflarda gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı. (...)
Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir hüzmeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kez neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmak istemedi. Fazla mükemmeldiler.
şimdi sükunete kavuşmak için geceye ihtiyaç duymamayı öğrendim, zira burada her şey daima sessiz sakin, daima güzel, lakin en güzeli bana sanki sonbahar güneşi öğle molası verdiği ve gökyüzü soluk bir maviye büründüğü; mahlukatın sıcağın ardından derin bir nefes aldığı; serinliğin çöktüğü, ve orman bir yanda dalgalanırken ovada otların hazla titreştiği; güneşin denizde serinlemek için akşamüzerini düşündüğü, yeryüzünün istira hate hazırlandığı ve şükretmeyi düşündüğü, ve tam vedalaşmadan önce, ormanı karartan ve ovayı daha da yeşerten o müşfik kaynaşım içinde birbirlerini anladığı vakitmiş gibi ge liyor.
Leon’un anısı kedilerinin odağı olup çıktı bu anı Rusya’da bir stepte kar üstünde bırakılmış bir yolcu ateşinden daha zorlu parlıyordu Emma ona doğru koşuyor ona sokuluyor sönmek üzere olan bu ateşi usul usul karıştırıyor çevresinde dolaşıyor onu daha fazla canlandıracak bir şeyler arıyordu en beklenmedik fırsatları ve en güzel anıları düşlediklerini ve duyduklarını dağılan şehvet isteklerini yel altında ölü dallar gibi çatırdayan mutluluk tasarılarını kısır
erdemini yıkılmış umutlarını aile ocağını hepsini hepsini toplayıp getiriyor kederini bunlar bunlarla tutuştuyordu
Antik Çağ’da, Olympos, Ksantos, Patara gibi Likya kentleri, bugünün Londra, Paris, İstan-bul’uydu. Olympos’un hiç sönmeyen ateşinin, dünyanın ilk demokratik meclis binasının bulunduğu bölgeydi. Noel babanın doğum yeri ve din merkeziydi. Toros dağları ile Akdeniz’in kucaklaştığı bu topraklarda, dünyanın en güzel manzarasını ön sıradan seyretmek gibiydi Likya’da yaşamak. Likya limanları yoğun ticaret merkezlerine hizmet ettiği kadar köle ticaretine de ev sahipliği yapıyordu. Aynı zamanda dünyanın farklı bölgelerinde esir düşen insanların tanışma noktasıydı limanlar. Kimi zaman büyük aşklar kimi zaman da acılar doğuruyordu bu buluşmalar. Hayat tüm hızıyla akıyor, yarının ne getireceğini hiç kimse kestiremiyordu.
Esaretten özgürlüğe, adaletten zulüme, sevgiden nefrete, insana dair ne varsa yaşandı Aydınlık Topraklar’da.
Adalet Tanrıçası Themis der ki;
“Sizde şüphe uyandırdıysam benden şikâyetçi olunuz ki,
üzerimde tek bir leke kalmasın.”
—spoiler içerir—
Direkt konuya giriş yapacağım. Kemal’in bir kereligine de olsa dürüst olup duygularını göstermesini cok isterdim. Ama hep bundan kaçındı. Zengin ve oturaklı havalara bürünerek dışarıdan geçilemez duvarlar yarattı. Füsun’a içini tam anlamıyla açamadı diye düşünüyorum.
Kemal’in neden Füsun’a evlenme teklif etmediğini Füsun’u
Sanırım en güzel hislerden birisi özel olmak. Bir davranışın, düşüncenin ya da hissin sırf sana olduğunu bilmek. Herkese mesafeliyse sana duvarlarını indirmesi, kelimelerini seçmesi, ayrı tutması. Hem sevgi biraz da gönlün ayrıcalık tanımasıdır.