Biz Orta Doğu devletiyiz. Başka türlü söyleyeyim, genel teoride insanlar kamu olarak kendine bir devlet yapar. Antik Yunanlarda kamu vardı; Yunan sitesi bir kamuydu, kamusal alandı ve sonra onlar kendilerine devlet yaptılar. Oysaki bizim gibi ülkelerde kamu kendisine vatandaş yapar, yani tebâa yapar. O zaman biz toplum değiliz, biz kabileyiz, biz mahalleyiz, geniş bir aileyiz, köyüz biz. Toplum şudur: Üyelerinin hem bireyselliği hem farklılığı hem bilinci olan, hem niçin bir araya geldiklerini bilen hem güçlerini farkında olan, toplumu niye kurduklarını bilen ve bu bildikleri amaç uğruna da davranan insanlardan meydana gelen şeye toplum denir. Tekrar ediyorum, biz toplum değiliz. Biz en iyi tabirle cemaatiz. Biz Gemeinschaft’ız, Gesellschaft değiliz, toplum değiliz biz. En iyi ihtimalle ümmetiz. Milliyet de ümmet olarak şu anda. Millet de toplum olarak millet değil. Toplum olmayınca kamu yoktur. İşte sorun bu kadar basit.
...
Hatırladığım kadarıyla, Toronto'nun Ontario Gölü kenarındaki sanat merkezi Harbourfront'ta geçen bir perşembe gecesiydi. Harbourfront'un edebiyat faaliyetlerinden sorumlu sanat yönetmeni Greg Gatenby, Paris'teki iki dilli bir Kanada kitapçısı olan Abbey Kitabevi'ni destekleyen bir okuma günü düzenlemişti. Toronto'nun ünlü yazarlarından çoğu,
Witcher serisinin sonuna gelmiş bulunmaktayız :)) Detaylı ama SPOİLER OLMAYAN güzel bir inceleme yazacağım inşaAllah. (Puanımı ve başlığı neden öyle attığımı güzelce incelemede irdeledim arkadaşlar. lütfen okumadan ön yargıyla puanımı eleştirmeyin. Yeri geldi oyunlara kadar daldım, ama nedenlerini açıkladım :)Nerden başlasak ki? Tabii ki kitabın
Murtaza Mutahhari, 2 Şubat 1920’de Meşhed’e bağlı Ferîmân’da doğmuş. İlk öğrenimini tamamladıktan sonra 1932’de Meşhed’e gidip klasik medrese tahsili görmüş bir şahsiyettir. Humeyni, Molla Sadra gibi büyük islam ve şii bilginlerinden ders alması ile tanınmış şii düşünürdür.
Lakin benim Mutahhari ile olan tanışıklığım, sitede çok okumakla bilindiğim
Bugün benim doğum günüm. Günün bazen rüzgarıyla insanın tenini acıtan , bazen de Güneşiyle okşayan tatlı sert bir havası vardı şehrimde. Belli ki ardından gelecek rahmet yağmurunun haberini veriyordu. Karanlıkla birlikte çöken bulutların tatlı tatlı bıraktığı yağmur damlaları insanın yüreğinde huzur şarkıları mırıldanıyordu. Sahi her bir yağmur
"Sanat mı hayatı taklit eder, yoksa hayat mı sanatı? Sanatsal yaratı bilinçli bir şifa girişimi midir, kişinin kendi yaralarını bir metin üzerinde teşrih masasına yatırdığı ve kendisini iyileştirmeye soyunduğu bilinçli bir girişim midir, yoksa yazar bilinçaltının nereye isterse oraya sürdüğü bir binek midir?
Ve nihayet, sanatsal yaratı,
sea. bu defa ileti olarak paylaşmaktansa incelemeler sekmesinde kaydolmasını istediğim için hususi olarak buraya kaydediyorum düşüncelerimi, iletilerimin arasında kaybolmasını istemiyorum, arada açayım okuyayım isteğiyle. bu bir inceleme değil, baştan sona zihin haritasıdır, bir kitap nereden nereye götürürün navigasyonudur. işin kötü yanı, benim
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte,
Yani yürekte..
Meselâ bir barikatta dövüşerek,
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken,
Meselâ denerken damarlarında bir serumu,
Ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık,
Yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...
Herkese merhaba, öncelikle size biraz kitap hakkında bilgi vermek istiyorum. Kitap 1774 yılında yazılmış olup roman piyasaya çıktıktan sonra pek çok intihar vakası ile karşılaşılmıştır. Hatta Almanya'da ''Werther Salgını'' çıkmıştır. İnsanlar mavi ceket ve sarı pantolon giyerek caddelerde, sokaklarda gezmeye başlamıştır. Aslında kitap bir nevi