Üçüncü husus: Allah'a ve âhiret gününe zayıf bir imânı olan, ancak şeriatın mânâsını anlamayan bir grubun câhilliğidir. Onlar, «Allah Teâlâ'nın bizim ibâdetimize ne ihtiyacı vardır, günâhımızdan ne endişesi olur? O ibâdetimize ihtiyacı olmayan bir padişahtır. Onun yanında ibâdet ve günâhın ikisi de birdir» derler. Bu cahiller, Kur'-an-ı Azim'de buyurulan:
«Temizlenen kendisi için temizlenir» (Fâtır sûresi, âyet: 18).
«Mücahede eden kendisi için mücahede eder. (Ankebût süresi, âyet: 6).
«İyilik yapan kendisi için yapar.» (Fussilet sûresi, âyet: 46) mealindeki âyetleri de bilirler.
Gerçeklere yüz çevirmiş bu bedbahtlar, şeriati bilmediklerinden sanırlar ki, insan iyi işleri kendisi için değil, Allah için yaptığını düşünmesi lâzımdır. Bu şuna benzer ki, hasta olan kimse, perhiz yapmaz ve der ki: «Benim perhiz yapıp yapmamamdan tabibe ne fayda ve zarar var?» Bu söz haddizâtında doğrudur. Ancak, perhiz yapması, kendisinin helâk olmaması içindir. Tabibin buna ihtiyacı olduğu için değildir. Perhiz yapmak onun kurtuluş yolu olduğu için Tabib ona o yolu göstermiştir. O halde hastanın ölmesinden, ona kurtuluş yolu gösterene ne zarar vardır? Bu dünyada, hastalık, bedenin helâk olmasının sehebi; perhiz ve ilâç da bedenin selâmetinin sebebi olduğu gibi, emirlere bağlı kalmak ve günâhlardan sakınmak da kalbin selâmetinin sebebidir. «O gün mal ve evlâtların bir fayda sağlamayacağı, ancak Allah'ın huzuruna sağlam bir kalble gelenlerin kurtulacağı gündür.» .(Şuarâ sûresi, âyet: 88-89).
Kur'an hakkında araştırma yapan biri söylerdi: Insan ile ilgili iki kelime vardır. Kur'an bu tür bir konudan bahsettiğinde iki kelimeyi kullanır. Bunlardan biri "beşer", diğeri "insan"dır. Bazen "beşer" kelimesini kullanır ve "Ben de sizin gibi bir beşerim." [3] der; bazen de "insan" kelimesini kullanır ve mesela "Insan çok
acelecidir." [4] veya "Insan zayıf olarak yaratıldı." [5] der. "Beşer" kelimesi ile "insan" kelimesi arasındaki fark kendisini şu noktada gösterir: "Beşer" dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim silsilesi sonucunda yeryüzüne gelmiş bulunup şimdi
yaşamakta olan iki ayaklı hayvan/canlı türüdür.
Şimdi yeryüzünde bu türden üç milyar baş hareket etmektedir. "Insan" dendiğinde ise maksat, sıra dışı ve gizemli üstün bir hakikattir; onun özel bir tanımı vardır ve o tanıma tabiatın diğer tezahür ve olguları girmez. O halde iki insan vardır: Biri biyolojinin bahsettiği insan, diğeri ise hakkında şairin konuştuğu, filozofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insandır.
[3] "Ene beşerun mislukum" (41/Fussilet Suresi 6; 18/Kehf Suresi110) (Çev.)
[4] "Kânel-insânu acûlâ" (17/Isra Suresi 11) (Çev.)
[5] "Da'ifâ" (4/Nisa Suresi 28) (Çev.)
(Sayfa, 14-15)
İsra Suresi 17/70
- "Andolsun, biz Âdemoğullarını çok değerli kıldık, Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık"
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ
Kim Rahmân'ın zikrine (Kur'an'a) karşı kör davranırsa (ondan yüz çevirirse), yanından ayrılmayan bir şeytanı ona sardırırız.²
Şüphesiz ki bu (şeyta)nlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.³
(Zuhruf/36-37)
___________________________________
Açıklama:
2-)Burada, "sebep-sonuç" ilişkisi vardır. Bu ayet şeytanın kimlere dost kılınacağının delilidir. İman etmemek, Kur'an'dan yüz çevirmek "sebep", şeytanın dost edinilmesi ise "sonuç"tur. Benzer mesajlar: 7:27; Meryem 19:83; Şu'arâ 26:221-222; Fussilet 41:25.
3-) Benzer mesaj: A'râf 7:30. Ayrıca Kehf 18:104-105'te ise her yaptığını güzel sananların en çok ziyanda olanlar oldukları bildirilmektedir. Kendini doğru sananlar kendilerini düzeltme ihtiyacı hissetmezler.
Günümüzün modern akademisinin yorumlama metodu, "kuşku hermenötiği" kategorisinden başka bir kategoriye ait değildir. Geleneksel İslâmî ilimler, bunun aksine güven hermenötiğiyle şekillenmiştir, bu güven sadece Allah'adır. Bununla beraber, dogmatik teolojinin mütehassısları ile sûfîlerin yorumlama yaklaşımları arasında bir gerilim olduğu
أولم يكف بربك أنه على كل شيء شهيد
"Rabbinin her şeye hakkıyla şâhid olması sana kâfi değil mi?" (Fussilet suresi, 41/53)
شهد الله أنه لا إله إلا هو
"Allah şu hakikati açıkladı: Kendinden başka hiçbir ilah yoktur." (Âl-i İmran suresi, 3/18) buyurmuş, kendi zâtına kendisinin delil olduğunu beyân buyurmuştur. Burada tenâkuz yoktur. Çünkü delil çekme yolları ayrı ayrıdır. Nice tâlipler var ki, Allahu Teala'yı mevcûdât ile bildikleri gibi, niceleri de var ki mevcûdati Allah ile bilmişlerdir. Nitekim birisi: "Rabbimi, Rabbimle bildim. Rabbim olmasa, Rabbimi bilemezdim." dedi. İşte bu yukarıda okuduğumuz:
"Rabbinin her şeye hakkıyla şâhid olması sana kâfi değil mi?" (Fussilet suresi, 41/53) ayet-i celîlesinin mânâsıdır.
"Biz Semud kavmine de peygamber gönderip gerçekleri gösterdik. Fakat kendileri, körlüğü tercih ettiler. Bunun üzerine, onları alçaltıcı bir azabın yıldırımları çarptı."
Fakat hiçbir nûr göklerin gözüne zâhir ve gösterici olmaz. (17)
Evvelâ: Göz kendini görmez, akıl hem baskalannı, hem de kendini idrâk ettiği gibi kendi gibi kendi vasıflarını da idrâk eder. (18)
Hiçbir hakikat akıldan gizlenmez. Akim perdesi, göz nasıl kapaklarını yumunca kendi kendine perde olursa akim da buna benzer bâzı sıfatları sebebiyle
Aynı şekilde yüce Allah Kur'ân'da, yerde ve göklerde kendi varlığına tanıklık eden deliller zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Rabbinin herşeye şahit olması yetmezmi?" (Fussilet 41/53), "Kendisinden başka ilâh olmadığına Allah şahittir" (Al-i İmrân 3/18). Açıktır ki, O, kendi varlığının delilidir. Bu bir çelişki değildir, bilakis kanıtlama yöntemleri farklı farklıdır. Nice arayan, varlıklar üzerinde düşünerek yüce Allah'ı tanımıştır. Nice arayan da bütün varlıkları Allah ile tanımıştır. Nitekim birisi şöyle demiştir: "Ben Rabbimi Rabbimle bildim, Rabbim olmasaydı ben Rabbimi bilemezdim." Bu ifade, yüce Allah'ın "Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" âyetinin manasıdır. Yüce Allah kendi zâtını, "yaşatan" ve "öldüren" sıfatlarıyla nitelemekte, sonra da ölümü ve hayatı iki meleğe havale etmektedir.
Allah'ın hidayeti çeşit çeşittir, sayısı yoktur, nitekim Yüce Allah: "Eğer Allah'ın nimetini sayarsanız bitiremezsiniz" (Nahl: 18) demiştir. Ancak cinsleri bellidir, onlar da sırasıyla şöyledir Birincisi, kişiyi hidayete götürecek kuvveti vermektir, mesela akıl gücü, içteki hisler ve dıştaki duyular gibi. İkincisi, hakla batılı ve iyi ile kötüyü ayıracak delilleri göstermektir. "Ona iki yolu da hidayet ettik" (Beled: 10) ve: “Onları hidayet ettik; onlarsa körlüğü hidayete tercih ettiler" (Fussilet: 17) ayetleri buna işaret etmektedir. Üçüncüsü, peygamberler göndermek ve kitaplar indirmekle hidayet etmektir. "Onları liderler kıldık, emrimizle hidayet ederler" (Enbiya: 73) ve: “Şüphesiz bu Kur'an en doğru yola hidayet eder" (İsra: 9) ayetlerinden de bu kastedilmiştir. Dördüncüsü, kalplerindeki sırları keşf etmek, vahiy yahut ilham veyahut gerçek rüyalarla eşyayı olduğu gibi göstermektir. Bu da peygamberlere ve evliyalara mahsustur. Şu ayetlerden de bu kastedilmiştir: "İşte onlar Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine uy" (En'am: 90). "Bizim uğrumuzda cihat edenleri kendi yollarımıza hidayet edeceğiz" (Ankebut: 69).
Dostlarımdan Kur'an hakkında araştırma yapan biri söylerdi: İnsan ile ilgili iki kelime vardır. Kur'an bu tür bir konudan bahsettiğinde iki kelimeyi kullanır. Bunlardan biri "beşer", diğeri "insan"dır. Bazen "beşer" kelimesini kullanır ve "Ben de sizin gibi bir beşerim."3 der; bazen de "insan" kelimesini kullanır ve mesela "İnsan çok acelecidir."(41/Fussilet Suresi 6; 18/Kehf Suresi 110) veya "İnsan zayıf olarak yaratıldı." der. "Beşer" kelimesiyle "insan" kelimesi arasındaki fark kendisini şu noktada gösterir: "Beşer" dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim silsilesi sonucunda yeryüzüne gelmiş bulunup şimdi yaşamakta olan iki ayaklı hayvan/canlı türüdür. Şimdi yeryüzünde bu türden üç milyar baş hareket etmektedir. "İnsan" dendiğinde ise maksat, sıra dışı ve gizemli üstün bir hakikattir; onun özel bir tanımı vardır ve o tanıma tabiatın diğer tezahür ve olguları girmez. O halde iki insan vardır: Biri biyolojinin bahsettiği insan, diğeri ise hakkında şairin konuştuğu, filozofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insandır.
Takvâ sözcüğünün anlamında “korku” ve “korkmak” unsurları bulunmasına rağmen,takvâ’nın sadece “korku” olarak anlaşılması doğru değildir. Fakat ne yazık ki, birçok meal ve tefsir, takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece “korkmak” anlamıyla açıklamıştır. Takvâ veittikâ sözcüklerinin ifade ettiği korunma ve sakınmanın Arapça’da havf, mehâfet, rehbet gibi
Kur'an-ı Kerim'de tilavet secdelerinin bulunduğu yerler: Kur'an-ı Kerim'de secde yerleri (ayetleri) on beş yerdedir. Bunlar aşağıdaki sirasıyla şöyledir:
1- Araf suresinin sonu (206/ayet).
2- Rad suresi (15/ayet)
3- Nahl suresi (49-50/ayet)