Charles White’ın tanıdığı bir Osmanlı, dışarlıklı gelin uygulamasını (hiç ironi yapmaksızın) aile bağlarını güçlendirmenin bir yolu olarak tanımlamıştı. “Bizim ellerimizde şekilleniyor. Bizi ikinci ailesi olarak görüyor. Bizim görüşlerimize ve hayat tarzımıza alışıyor.”
İlim Bilgeliği
Hikmetin bilgisi ilim ve irfana dönüşerek sır muhafızı dört büyük insanın sırları ile zırha büründü. İlim ile akan bilgi asil kanla buluşup bir bedende o gün bugündür bir başka türlü dolaşmaya başladı.
İnsan ruhunun iki ışığı var; biri bilgelik diğeri delilik!
Delirmeye gerek duymadı, yetti bilgelik.
Sen kimsin ki şetan ile baş
Yiğit, gelirsin nereden?
Beyrek der iç Oğuz'dan.
İç Oğuz'da Kimin nesisin?
Pay Püre oğlu Bamsı Beyrek dedikleri benim.
Kız "Peki ne yapmaya geldin Yiğit" dedi.
Beyrek "Pay Biçen Bey'in bir kızı varmış, onu görmeye geldim" dedi.
Kız " O öyle insan değildir ki sana görünsün, ama ben Banu Çiçek'in dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin" dedi.
Beyrek "Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç yüzüme dokunç ederler" dedi. Gayrete geldi, kızım ince beline girdi, sarma taktı, arkası üzerine yere yıktı.
Kız "Yiğit Pay Biçen'in kızı Banu Çiçek benim" dedi. Beyrek " Düğün kutlu olsun han kızı" diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. "Aramızda bu nişan olsun Han kızı" dedi. " Mademki böyle oldu, hemen şimdi ileri atılmak gerek bey oğlu" dedi.
Beyrek de "Ne olacak hanım, baş üzerine" dedi.
Savaşın suçlusu mu olurmuş? Savaşın kendisi suçtur. Dost da, düşman da savaşta topyekun kurban. Kendinize gelin hakimler! Kimi yargılıyorsunuz? Vicdanı mı? Vicdan hiç yargılanır mı? Öldürmenin haklı nedenleri ya da haksız nedenleri olabilir mi ki öldürenleri ikiye ayırıyorsunuz? İyi niyetli meşru katiller ve kötü niyetli katli vacip katiller diye. Tüm katiller kurbandır. Kurbandır. Kurbandır. Hakimler savaş suçlusu savaşan değil, savaşı çıkarandır! Gücünüz yetiyorsa onları yargılayın burada!
Kağıt torbanın bir yüzünde İntihar
Dükkanı yazısı var. Öteki yüzünde ise şu yazı okunuyor: Hayatta başarılı olamadınız mı? Bize gelin, ölümünüzü başaracaksınız!
Zaman geriye dönermi bilemedim
Seni sevdiğim kadar kimseleri sevemedim.
Gizli sevdim sessiz sessiz içime ata ata
Sevdim işte belki doğru yaptim belki hata
Aradan yıllar geçmiş bitmemiş sevdan
Sen bana gülümse ben sana kurban
Gelmedin benimle yürüdüğüm yoldan
Yıllarca sen bana yabancı ben sana hayran
Anılar biriktirdim kendi kendime
Hayaline
Mustafa Kemal Paşa'nın koruma polisliğini de yapan Ahmet Rasih Tayşi İzmir'de görevli iken Eşrefpaşa Camisi'nin hemen altındaki küçük bir dükkânda süt, yoğurt, çökelek satan Melâmî şeyhi Ömer Dağdaş Efendi'yi (öl. 1960) takiple vazifelendirilmiş. Ve bir hikâye başlamış. Gelin bundan sonrasını oğlunun hatıratından takip edelim:
“[Bergama'dan göçüp İzmir'e) Eşrefpaşa'nın merkezine yeni gelen bu yabancı adam Emniyet'in dikkatini çekmiş. Onu takiple ve hakkında bilgi toplamakla babamı görevlendirmişler. Babam arada bir Ömer Efendi'nin dükkânına uğrayıp alışveriş bahanesiyle sohbet ediyormuş. İlk başlarda maksadı kendisine verilen görevi yerine getirmekmiş. Ama zamanla işin rengi değişmiş, Ömer Efendi babamı kendisine bendetmiş [daha sonra halifesi de olmuş). Zamanla babamın Ömer Efendi hakkında Emniyet'e yazdığı raporlardan pek bir şey çıkmadığı anlaşılınca babamın yakından tanıdığı İstanbullu başkomiser Şevket Erol bey Ömer Efendi'yi takiple görevlendirilmiş. Ama o da Ömer Efendi'nin cazibesine tutulup intisap etmiş. Bir süre sonra Emniyet onu da vazifeden alıp yerine Kantarcılar Karakolu başkomiseri Arhavili Ali Rıza Limoncuoğlu'nu getirmiş. Ömer Efendi Ali Rıza amcaya da çengelini takmış, o da kısa zaman içinde intisap etmiş”.
...
biraz bulut saklamıştım geçen sonbahardan
mehtabın yaldızladığı bir deniz kenarı
koyduğum yeri unutmuşum
fakat görebilseydiniz
n’olur çabuk gelin manzara dağılmadan
fazla uzun sürmez hayallerimin ayarı
size bu akşamı hazırladım
ayıp mı oldu dersiniz?
Evde yetiştirilen köle gelin kendi kan bağının yükümlülüğü olmaksızın damadın ailesinin bir ürünü olduğu için, iki dünyanın en iyi yönlerini birleştirmiş oluyordu. Kızın bakış açısıyla yaklaşıldığında, hiç akrabanın olmaması, iyi muamele görüp görmediğini denetleyecek bir ailesinin bulunmaması anlamına geliyordu