Yusuf ve Züleyha'nın hikayesini anlayabilmek için Yusuf'un ahlakını Züleyha'nın yangınını maşuk ve aşk nehrinden yüzüp geçmekle anlayabiliriz.Öyle bir nehir ki neresi sığ neresi derin belli olmayan.Bir tarafı girdap diğer yanı su üstünde bir serap.Hayal ve hakikatin birbirine karıştığı, dinleyenin okuyanın nehrin kıyısına oturup ah çektiği ve suyun akışını susuzluğuna rağmen nehirden bir avuç su alamadan seyretmesi gibidir.
Sen, sen olarak yok olmak zorundasın, o zaman gerçek ortaya çıkar. Gerçeğin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip değilsin, rüyalarında bile. Sen gerçek dışısın ve gerçek dışılıkta yaşıyorsun. Rüyalarda yaşıyorsun, uykuya dalmış vaziyettesin. Uyanışın nasıl bir şey olacağını kavrayamazsın.
Yalnızca bir tek şey söylenebilir: Bildiğin hiçbir şeyi
Boğuk bir bakışın oluyor senin
Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim
Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan
Durma bana türkü söyle anadolu olsun
Susuz dudak gibi çatlak olsun
Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün
Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana
karanlık bakma
Ağlıyorum bir karanlık karayel saçlarına
Çekme ülkemden nar yangını gözlerini
Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni
Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini
Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin
Katı bir yalnızlık bu bilmelisin
Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi
bilmelisin.
Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın
Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun
Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun
Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum
Niye bunları bir anda unutamıyorum
Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım
Kendimi bir nokta kadar hiç olarak gördüm. Bu durmadan akan, yürüyüp kaybolup giden girdap içinde, bu korkunç çağıltıda bir damla su gibi. Yalnız kendimi değil, yaptıklarımı da, yapmayı tasarladıklarımı da.
Düşündüklerim tüm açıklığıyla gerçeğe dönüşmeye başlamıştı. Uzun süredir izlenimlerimi yazdığım kağıtlardan bile uzak düşmüştüm. Bütün bu olanlar benim için tam bir trajediden ibaretti. Yaşadıklarım inanılmaz ve anlatılması güç şeylerdi. Sanki ben bir film kahramanıydım ve bir türlü bu kötü filmin sonu gelmiyordu.
Diğer yandan bakacak olursak; olaylar karşısında kapıldığım girdap hiç de olağan dışı değildi. Ama bana tuhaf gelen, olaylar karşısında gösterdiğim tepkiydi. Bunu hala anlamış değilim!... Her şey bir kabus gibi geldi ve geçti, hatta isteklerim bile.
O zamanlar o kadar güçlüydü ki...
Aradan geçen zaman boyu hep aynı soru kurcaladı kafamı: Acaba o zamanlar delirmiş miydim?.. Bütün o zamanı bir tımarhanede falan mı geçirmiştim?.. Belki de hala oradayım!... Belki de gerçekten kötü bir rüya bu!...
Yazıların bulunduğu defteri kapattım. Okuduklarım aklımdakileri tekrar depreştirmişti. Şimdi yalnızdım, tıpkı çöldeki bir kaktüs gibi. O çölde, ben bu iç karartıcı kentte...