Pekiyi ama, diyordum, bu insanlar kendi sefaletlerinden niçin kendileri sorumlu olsunlar? Evet, kendi maddi ve manevi sefaletlerinden? Yüzyıllar boyunca bu insanlara ne verdik? Köylerine yol mu yaptık? Yol başına mektep mi kurduk? Camisi, muallimi, imamı var mı? Hastalıklarıyla mı savaştık? Eşkıyaya, toprak ağasına, şeyhe karşı onu koruduk mu? Verdiği vergileri, aldığımız askerleri ne yaptığımızı söyledik mi? Başkentin adını nerden bilsin? Hatta bütün bunlara rağmen onun bugün gene burada olmasına şükretmeli. Yoksa bu at bir gün başını kaldırır ve bizi üstünden atabilir!...
Harbi ruhan benimsemeyen, nerede ve niçin harp ettiğini bilmeyen, hatta kendi varlığının cahili olan askerlerimle uğraşırken, onlara acımakla, onları yadırgamak arasında bazı ruh çatışmaları duyardım.
Yüzyıllardan beri soyulan, sömürülen, yüzyıllar boyunca yalnız mal, yalnız can vergisi için aranan şu bitmiş, şu bilinmeyen Anadolu’ya karşı, çeşmeleri gürülgürül akan İstanbul’un işlediği günahların borcunu ödüyoruz.
Seçmek gerektiğine, istenilenin yapılması gerektiğine ve mutluluğun koşullarının bulunduğuna inanmak yanılgıdır. Önemli olan yalnızca mutluluk isteğidir. Sürekli var olan, kocaman bir tür bilinç. Gerisi kadınlar, sanat yapıtları ya da dünyevi başarılar sadece bahanedir.
Her zeki insan bir gangster olmayı ve salt şiddet yoluyla toplum üzerinde egemenlik kurmayı düşler. Bu iş o kadar kolay olmadığı için genellikle politikaya bel bağlanır ve en acımasız partiye koşulur. Herkese egemen olmak bu yolla mümkün oluyorsa ruhunu küçültmenin ne önemi var değil mi?
Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızı ne kadar severiz, değil mi? Ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza ne kadar hayranızdır! Saygı o zaman çok doğal olarak gelir, belki de tüm yaşamları boyunca bizden bekledikleri o saygı.
İnsanlar hayal güçlerini şu ana daha büyük bir eşitlikle bakacaklarına, geçmişte yaşadıkları bir acıyı hatırlamak için çok daha gayretli bir şekilde kullanıyorlar
Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olamayacaktı.
Bir dönem eşsiz bir tarza sahip bir kişi/sanatçı/yazar birden ortaya çıkıp yoğun bir ilgi çekti diyelim, bir anda ortadan kaybolmuşsa ya da artık kendisinden bıkılmışsa onun için “özgün” demek çok zordur. Çoğu durumda da bu sadece “tek atımlık” bir şey olur.
Bir kere gönül yoksunu oldu mu, çeyrek milyon dönüm bile kendini zengin hissettiremez. Aç it gibi durmadan mal mülk toplayanlar arasında hiç mutlusunu görmedim. Belki de ne yaparsa yapsın kendini zengin hissedemiyor diye mutsuzdur.
Cihanda dostluk ve sevgi, daha şiddetlisi aşk ve sevda adıyla hüküm süren bir kuvvetin sır ve işaretlerinin tamamını duymaya kalbin yetenekli ve bütün ince şeyler ve inceliklerin farkına varmaya zekan uygundur.
Drago insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor. Hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu