Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Tanrıça İnanna, Gilgameş'e daha Huluppu ağacını kestirdiği zaman göz koymuş­tu. Fakat o sıralarda Tanrıça'nın bir sevgilisi vardı. B ir gün her nedense ona kızmış ve ondan ayrılmıştı. Gilgameş'i, canavarı öl­dürüp elini yıkadıktan ve kendisine eski düzeni verdikten sonra ilk gören Tanrıça İnanna oldu. Çok yakışıklıydı.
Reklam
Ona döndüğünde, ay ışığı Signa'ya bir tabloyu hatırlatan bir şekilde parladı. Gölgeleri, bir tuval üzerindeki fırça darbeleri gibiydi. "Çünkü seninle tanışmak için çok bekledim, Signa Farrow." Sözleri, Signa'nın yaralarını saran bir merhem gibiydi. "Bana göre sen, müziği hiç tanımamış bir ruhun şarkısısın. Sa dece karanlığı görmüş biri için ışık gibisin. İçimdeki en kötüyü ortaya çıkarıyorsun ve sana hoşlanmadığım şekilde davrananlara karşı kinci oluyorum. Ama aynı zamanda içimdeki en iyiyi de ortaya çıkarıyorsun, senin sayende daha iyi olmak istiyorum. Senin için daha iyi. "Bütün varlığım boyunca tek bir şey istedim. Beni anlayabilecek ve bana dokunmasına izin verebileceğim bir kişi. Birine öldürmek için dokunduğumda, yaşadığı hayatı, anılarının parıltısında görüyorumAma sana ilk dokunduğumda, senin geleceğini gördüm. Seni ay ışığının altında güzel, kırmızı bir elbise içinde kollarımda dans ederken gördüm." Signa'nın çenesini tutup yukarı kaldırdı ve Signa dokunuşun tadını çıkararak titredi.
Sayfa 296 - ÖlümKitabı okudu
Evlerden ırak
Herkesten kuşkulanıyordum. Sana istek gözüyle bakıyorlar mı diye bütün erkekleri kolluyordum. Sinirlerim dehşetle gerilerek bir delinin kızıl bakışları ile sağı solu alazlıyordum. Kadın arkadaşlarına bile güvenim kalmamıştı. Belkıs senin kulağına bir şey söylese, seninle biraz gülüşse muhakkak bir erkekten bahsettiğini sanıyordum. Ayrı geçirdiğimiz bir akşam olursa ertesi gün yüzünde gizli izler, benden uzakta yaşanmış mâcerâ gölgeleri araştırdım. Senin öte berini çalmaya başladım; eldiven, mendil, firkete, ağızlık elime ne geçerse... Bu eşyânı kâh öpüp kokluyor kâh ısırıp dişliyordum. Atölyedeki şömineye atıp yaktığım, zevkle seyrine baktığım da oldu. Kısacası derdim şuydu: Benim olmanı istiyordum, öyle ki dış dünya artık senden bir şey alamasın. Senin güzel yüzünü kimse görmesin, halâvetli, vakarlı perdelerle dalgalanan sıcak sesini kimse işitmesin. Sen de kimseyi görme, muhayyilene bile benden başka şey girmesin. Geçmişin, geçmemiş olsun! Bugün düşünüyorum ve anlıyorum: Ben, farkında olmayarak seni yok etmek, seni öldürmek istemiştim.
Sayfa 108
"Bir gün başka türlü parlayacaksın," dedi tanrıça bebeğin kulağına eğilip. "Bekle!" dedi yeniden Lord Daren. Adımları beyaz elbisesinin eteklerinin altında küçük su kuyusuna doğru yönelmişti. Dizlerine kadar o suyun içine batmıştı bile. Bebeğin minik parmaklarını yeniden işaret parmağıyla tuttu. Gözlerini kapattı ve tüm
Sayfa 17 - Martı YayınlarıKitabı okudu
Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gökyüzü...
Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a az rağbetleri herkesin dikkatini çekmişti. Sonradan öğrendik ki Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı değer kuşları arsenikti yemlerle öldürüyorlarmış. Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve keskin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birden damlar tarafından gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum. Senelerden beri hasret kaldığı dost sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti. Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünden ufka çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gökyüzü... Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir... Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam... Sıcak bir Asya gecesi: Damların yan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlar...Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar... Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası... Muhakkak, leylek, ressam ve şairi birtakım karışık ve mevzun hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuştur. İşte onun içindir ki maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak kadar güzel olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendinde buluyor.
Reklam
Sevdiği İnsan Uğruna
Buck'da acıma duygusu kalmamıştı. Sopanın ve kavganın yasasını iyice öğrenmişti ve ne yararına olacak bir fırsatı, ne de ölümüne başlayan bir kavgada geri çekilip düşmanını bırakırdı. Spitz'ten ve polis köpekleriyle posta köpeklerinin baş dövüşçülerinden, ikisinin arasında bir dövüş olmadığını öğrenmişti. Ya lider ya da köle olmalıydı. İnsaflılık,
Sayfa 89 - Bordo Siyah YayınlarıKitabı okudu
zekiler mi
Bitleri öldürmek cezaya layık bir cinayettir! Bundan başka bilirsiniz ki fanilerin em zekileri olan Yahudiler de şarkıların bu telakkisine iştirak ederler. Hekimlerden menkuldür ki cumartesi günü bir biti öldüren makduh olur. Merhamet ediniz, ey muhterem ayan! Mukaddes ervah namına, ölmüş olanların gölgeleri namına merhamet ediniz. Canlı kalan bitlere merhamet! Onlar sizi seviyorlar, sizi takip ediyorlar, iyi, fena talihinize iştirake her vakit hazır, size can u gönülden bağlanıyorlar. Daniel Heinsius
Dostluklar, hovardalıklar, kabadayılıklar, yalnız ekmek düşünenlerde yavaş yavaş yok olmaya başlayan bu hisler ve hareketler, bir hatıra bile olamayacak kadar kafalarında sislendi. ............ Bu bakış birçok şeyler ve herşeyden evvel, o günden itibaren aralarında barışması olmayan bir dövüş başladığını söylüyordu. Bu bakışta kin yoktu, çünkü aralarında kin doğuracak bir şey geçmemişti. Bu bakışta yalnız toprak ve su kavgasının gölgeleri, insanların içini kapkaranlık yapan gölgeleri vardı. Hatta ihtimal biraz da teessür vardı: Yaşayabilmek, şu bir avuç kireçli, çorak toprağa sarılıp kalabilmek, bu çatlak tarladan bir avuç ekin çıkarabilmek için birbirleriyle ölüme kadar dövüşmeleri lazım geldiğini bilmekten doğan bir teessür. ............. Zağar Mehmet, bir karıştan sararan ekinlerle beraber karısının, akşamlara kadar elinde çapa ile iki kat çalışan altmışlık anasına ve altı yaşındaki oğlunun da sarardıklarını görüyor, düşünüyor ve bekliyordu. Bozkır köylüsünün ne düşündüğünü ve ne beklediğini kimse bilmez. ......... Bu ölü topraklar üzerinde hiçbir şey ölmek ve öldürmek kadar kolay değildi.
Sadece , sana karşı altından kalkamayacak bir borcum olduğu hissinden kurtulmayı umuyorum.
Reklam
Bütün bunları anlamak ile kabul etmek çok ayrı şeyler. Ama biri diğerine açılıyor.
Şimdi yapmaya çalıştığım şey ise hafızamın yıkıntılarında ki iyi şeyleri su üstüne çıkararak acımı ve hayatımdaki etkisini azaltmak.
272 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.