Sözgelimi, Batıcılar(aynen hakiki batılılar gibi) Osmanoğlu'nu sevmezler, dolayısıyla Osmanlıcı da değillerdir. Bu yüzden onlarda kolay açık "biz Osmanlıcı değiliz" diyebilirler. Fakat onların bu sözünün altında İslâm düşmanlığı vardır. Osmanlılar Müslüman oldukları için onlardan yana görünmezler. Oysa biz, işte bu noktada Osmanlıcı olduğumuzu söyleyebiliriz. Fakat biz, "Osmanlıcı değiliz" derken, İslâmî davranışlarımızda bize Osmanlının örneklik edemeyeceğini, ondan şu veya bu şekilde yararlanmamız mümkün olsa bile, bizim için asıl örneğin "Asr-ı Saadet" olduğunu bildiğimiz için böyle söylemekteyiz.
İslam coğrafyasının nasıl adım adım işgal edildiğini, nasıl sömürüldüğünü, köleleştirildiğini, hedef ve ideallerinden nasıl uzaklaştırıldığını, ümmetimizin nasıl parça parça edildiğini, bu parçaların nasıl birbiriyle savaştırıldığını, vahdetimizi nasıl kaybettiğimizi anlamak istiyorsan önce Siyonizm'i tanımak zorundasın.
Topraklarımızdaki
İspanyol hükümdarları tarafından sıkıştırılan Gırnata Müslüman Devleti'nin 1482' de elçi göndererek, 2.Bayezid' den yardım istemesi, Osmanlıların İslâm aleminin hakiki koruyucusu rolünü ortaya koyan olaylardan biridir.
Farz edelim ki Hz. Peygamber'in Bedir Savaşı'nı yaptığı gün o civarda develerini güden bir çobanız. Efendimiz Aleyhisselâtü vesselâm ile Ebû Cehil taraftarları Bedir kuyuları yakınında savaşa tutuşmak üzereler. "Şöyle yüksek bir tepeye çıkayım da yaşanan savaşı seyredeyim" denirse inkârcılar zümresinden olunur. "Ya Rabbi, bunlardan kim haklı ise ona yardım et!" diye dua edilirse yine inkârcılardan olunur. Çünkü insan bu dünyaya sadece hangisi haklı, hangisi haksız bilmek için gelmemiştir."Ya Rabbi, Peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.)'e yardım et, onu muzaffer kıl!" diye dua edilirse bu sefer de günahkâr bir fâsık olunur. Çünkü o an dua etme zamanı değil, eyleme geçme ânıdır.
Hakiki bir müminin yapacağı ise şudur: Olaydan haberdar olur olmaz, yerinden öyle bir fırlayışla atılır ki savaş alanına kadar birkaç kez yüzüstü yere kapaklanır. Eline ne geçerse, ne bulursa onunla savaşa katılır. Müslüman, Hak-bâtıl mücadelesinde Hak'tan yana ta- vır alan ve bütün insanların iki cihan saadeti için tebliğ vazifesini, bütün gücüyle, bütün imkânlarıyla ömrünün sonuna kadar yerine getiren insandır. Ne mutlu bizlere ki böyle bir dinin mensubu ve böyle bir peygamberin ümmeti olma şerefini bahşettiği için Cenabı Allah'a ne kadar şükretsek azdır.
İslam toprağın topluma, yani bütün Müslümanlara ait olduğunu ilan etmiştir. Ancak muktedir azınlığın,
milyonlarca köylüyü topraksız bırakarak en büyük payı kendisine gasp ettiği görülür. Irak'ta, toprak reformunun yapıldığı 1958 yılından evvel, 22 milyon dönüm işlenebilir topraktan 18 milyonu veya %82 si 3.619 adet büyük toprak sahiplerinin elinde kaldı. Aynı zamanda 1,4 milyon köylü tamamen topraksız kaldı. Benzer durum diğer birçok Müslüman ülkesinde de söz konusu idi. İslam "Müslümanlar kardeştir" diyor, fakat büyük
toprak sahipleri ile köylülerin kardeş olmadıkları bir gerçektir. İslam, hakiki olarak uygulanması halinde sosyal farklılıklarının devamlı azalmasına sebep olacak olan, zenginlerin malında fakiriere ait bir kısmının bulunduğu kuralını söyler