Gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biridir benim için Sabahattin Ali. Onun kısacık hayatını, kaleminden çıkan her cümlenin nasıl da başyapıta dönüştüğünü, aydın bir insan olarak şu vatanda neden barındıralamadığını okumak, bunu da dönemin siyasi ve sosyolojik betimlemesiyle harmanlamak. Osman Balcıgil’in yaptığı tam da bu aslında. Bu metin hem bir biyografi hem de yakın geçmişi konu alan tarihi roman.
Sabahattin Ali’nin Almanya’ya eğitim görmeye gitmesiyle başlıyor hikâyemiz. Aşık olduğu kadınlara, yazıyla tanışmasına, yurda dönüp öğretmenlik mesleğine atılmasına ve sonrasında da pek çok siyasi olayın içerisinde kendisini bulmasına tanıklık ediyoruz. Bulgaristan’a kaçması ve devlet eliyle öldürülmesiyle de hikâye sonlanıyor.
Sabahattin Ali’nin hayatını kabataslak biliyordum zaten. Ancak yazdığı o muhteşem eserlerin arka planlarını, kimlerden esinlendiğini, dönemin hangi koşullarını eleştirdiğini öğrenmek bu romandan bana kalan en önemli şey oldu.
Romanın son sayfasında yazarın bir paragrafı var ve söylemek istediğim çoğu şeyi dile getiriyor: “Havasından mıdır suyundan mı bilinmez, üzerinde yaşadığımız topraklar, tıpkı yüz otuz iki yıl öncesinde olduğu gibi, Sabahattin Ali’nin döneminde de, bugün de, aklın peşinde koşan evlatlarını yok etmeyi sürdürüyor.
Ne yazık!”