Harf inkılabı 1928’de ilan olundu. Atatürk, bir iki seneden beri bunu düşünüyordu. Vakit vakit bana açmıştı. Ben önce buna mukavemet ettim. Başından beri benim söylediğim “Enver Paşa harp ilan edilmeden böyle bir şeye teşebbüs etmişti.; sonra muharebenin ilanı üzerine kaldırıldı. Tekrar eski hale döndük. Yine öyle olacak”. Çünkü bu
Kitaba adını veren söz,bir İran atasözü.Kitabın içeriğini özetleyen,Cemal SÜREYA'nın Türk Dili'nin değerine vurgu yapmak için anımsattığı bir söz.
Kitap,denemelerden oluşuyor.Harf İnkılabı'ndan sonra,Türkçe'nin iki kez yenilenme sürecine girdiğini anlatan Cemal SÜREYA;gelenekçi şairle yenilikçi şairi,Cumhuriyet öncesi ve sonrasını,ağdalı üslupla yalın üslubu,Türk Edebiyatı ile Dünya Edebiyatı arasındaki temel ayrımları; eleştirmen kimliğiyle kısa kısa irdeliyor.
"Türkiye'de yazarlar,öldükten sonra sevilir..."diyerek de,yaşarken kıymeti bilinmeyen tüm sanatçılar adına sitemlerini vuruyor.Şairlerin resmi geçidi gibi bir derleme.Okunur.
Uzun bir süredir inceleme yapmadım. Çünkü okuduğum film ve kitap incelemeleriyle kendi yorumlarımı karşılaştırınca ciddi bir fark gördüm ve yazdıklarımdan utandım. Adamlar oturup kitabı bitirip en güzel cümleleri ayırt edip bulabiliyorlar sonra da kitaptan örnek vere vere toplumsal analizinden karakter psikolojisine kadar verilmek istenen asıl
Yüce Allah'a hamd olsun. Onun seçkin peygamberi Hz. Muhammed'e, aile efradına ve değerli ashabına salât ve selâm olsun! Şüphesiz bu sözlerin en güzeli Allah kelâmı, yolların en doğrusu da Hz. Muhammed {s.a.v.)'in yoludur. Yüce Allah, ezelî kelâmı olan Kur'ân-ı Kerimi insanlığı hidâyete erdirmek, onu karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve ona doğru
Atatürk, kurtuluş için cephede verdiği mücadeleyi eğitim alanında da göstermiş, planlı çalışmalarla Türk eğitim sistemine yeni şeklini vermiştir. Atatürk'ün çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalar incelendiğinde onun, tutarlı ve çağdaş bir eğitim görüşü olduğu görülecektir. O, eğitimle ilgili her konuşmasında bir ilke ortaya koyarak sistemin temellerini atmıştır.
Öncelikle, "Efendiler! Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler eğitimimizi geliştirme çabalarında bulunmuşlardır. Ancak, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için doğuyu ve batıyı taklit etmekten kurtulamadıkları için sonuçta milletimiz cehaletten kurtulamamıştır." söylemiyle eğitimin mutlaka milli olması gerektiğini belirtmiştir.
O halde, taklitçilikten uzak Milli eğitim modelimizin dilinin, yönteminin ve eğitim araçlarının da milli olması icap etmektedir. Bu görüşle yola çıkan Atatürk, "İki türlü terbiye ve öğretim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu birliği, fikir birliği ve dayanışma amaçlarını toptan mahveder, yok eder." düşüncesiyle çıkarttığı Tevhid-i Tedrisat Yasası'yla dini eğitim kurumları ile çağdaş eğitim kurumları arasındaki ikiliğe son vererek, dine saygılı fakat laik görüşe dayalı, toplumsal bütünlüğü amaçlayan çağdaş eğitim birliğini getirmiştir. Bununla birlikte, 1928'de gerçekleştirdiği Harf İnkılâbı' yla % 10 olan okuryazar oranını kısa bir süre içinde % 20'ye çıkmış; 1932'de Türk Dil Kurumu'nu kurarak dilde millileşmeyi sağlamıştır. ..."
Fatma Çelik (Yeniçağ)
Türkçenin söz varlığını, başta Arapça ve Farsça olmak üzere yabancı dillerden geçen kelimelerden arındırarak özleştirme hareketi, diğer bir deyişle “Dil İnkılâbı”, Tanzimât ile başlar ve bilhassâ Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk’ün özverili çalışmalarıyla hızlı bir şekilde devam eder. Başlatılan bu hareket, sadece yabancı dillerden geçen
Madem Latin alfabesi isteniyor, tamam. O da gelsin. Ama Arap alfabesi devam etsin. Her iki alfabe ile yazılmış tüm eserler milletin emrine verilsin.
Nasıl büyük bir zenginliktir bu
Harf İnkılâbı
Alfabe konusu Cumhuriyet döneminde ilk kez Türk İktisat Kongresi'nde gündeme gelmiştir. Bu kongrede Latin Harflerinin kabulüne karşı çıkanlar olmuştur. Meselenin dini boyutu ön plana çıkmıştır. Çünkü Kur'an dilinin Arapça olması ve dolayısıyla da Arapça'nın kutsal kabul edilmesi, Latin alfabesinin kabulüyle İslam aleminden uzaklaşılacağı gibi konular tartışmalara yön vermiştir. Bu durum Latin harflerinin savunucularını harekete geçirmiştir. Şükrü Saraçoğlu 1924'de yaptığı bir konuşmasında halkın okuma yazma oranının %2 civarında olduğunu, bunun sorumlusunun da Arap harfleri olduğunu söylemiştir. Saraçoğlu'nun bu sözleri gerek Meclis'de gerekse basında büyük tartışma başlatmıştır. Bundan sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretimde birlik sağlanmaya çalışılmış ve dil birliği için Latin harflerinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.