Onu unutamıyorum Hocam!
İnsanlar bana böyle bir durumla geldiklerinde, hep şöyle derim: O insanla tanışmadan bir gün öncesini düşün.. Otobüsle eve giderken boş boş çevreyi izliyordun belkide. Belki de bir arkadaşınla görüşmüştün ve çok keyifli zaman geçirmiştiniz.. Aklının ucunda bile yoktu o insan. Bu zamana kadar onsuz nasıl normal bir hayat yaşadıysan bundan sonra da gayet tabii yaşayabilirsin. Bakın mesele aslında onsuz yaşayamama meselesi değil.. Aslında bizler insanları çok çabuk unuturuz. Bizim asıl unutamadığımız şey deneyimlerimizdir. O insanla yaşadığımız hislerimizdir. Onunla beraber yaşadığımız duygulardır. Biz o duygulara, yaşantıya, deneyimlere anlam yükledikçe; zannederiz ki o insanında bizdeki anlamı bi o kadar büyük. Halbuki olay bundan çok daha farklı. Unutulmayan şey kişiler değil, deneyimlerdir. Ve şu soruyu kendinize tekrar sormanızı istiyorum: Gerçekten onu unutamadım mı? Yoksa daha iyi bir insanla karşılaşma ihtimaline olan inancım mı düşük?
Dün ne halt ettim? Gelin bi' göz gezdirelim (Kendi kendime konuşuyorum).
Arkadaşımın yanına ofise gitmiştim. Akşama doğru çıkmaya yeltendim. Merdivenlerden indim ve çıkışa doğru giden o koridorda ilerlemeye başladım. Akşamları koridor karanlık oluyordu ve herhangi bir ışıklandırma yoktu. Tam çıktığım esnada, çıkışın solundan içeriye doğru bir
Benim mezarlarımda ölü yok;
Hep yaşanmış olanlar var..
Anılarımda bir yer
Dinmeksizin acıyor,
Günbegün,
Bundan.
Güldüğümü görenler
Bana bakıyor,
Görüyorum.
Ağlasam geçer,
Biliyorum..
Ağlanmıyor.
Sayfa 424 - Yapı Kredi Yayınları 30. BaskıKitabı okuyor
Herkese merhaba arkadaşlar. Bugün karşınıza, birçoğunuzun okuduğu hatta varsa çocuğunuza yada öğrencilerinize de okuttuğunuz bir kitap olan Michael Ende ve onun “Momo” kitabı ile geldim. Ben bu kitapla yaklaşık ilk olarak dört beş yıl önce tanıştım. Okulumuzun kitap okuma kulübü ile de okuma listemize ekleyince tekrar okumak nasip oldu.
Kitapta,
"Zaten bizim kabahatimiz Müslüman olmaktır. Bundan Avrupa bize düşmandır. Bunu çocuk bile bilir. Fakat yazılmaz."
"Hep mesele Müslümanlık. Bize karşı bütün devletler bundan düşmandır."
Merhaba haftanın son gününde Osamu Dazai’nin kaleminden @ithakiyayinlari ithakiyayinlar’ın çıkan #insanlığımıyitirirken kitabıyla geldim.
#alıntı
Bir de “ kirli çamaşırları olmak “ diye bir deyim vardır. Benim için o çamaşırlar doğduğum anda kirliydiler ve ben büyüdükçe temizlenmek yerine daha pis ve iğrenç hâle geldiler, ta ki her gece
"'Kepler ya da Newton'un buluşlarını, çeşitli kombinezonlar yüzünden bu buluşların açığa çıkmasına engel olan, bunların yolunu tıkayan bir, on, yüz ya da daha çok kişinin hayatları feda edilmeden insanlık öğrenemeyecekti diyelim. Bu d rumda bence, buluşunu tüm insanlığa iletebilmek için Newton'un bu on ya da yüz kişiyi ortadan
"Eğer kökünden açacaksak şöyle oldu: Evveli Türkiye'de, Erzurum'da harp oluyordu. Harp olurken askerler kaçıyordu. Hepsi silahlı. Türkiye askeri. Türkler kaçıyordu silahlarıylan. Erzurum tarafından gelip, Rum köylerinden geçerken vurdular, kırdılar, ne isterlerse aldılar.
Türk hükümeti bunlara sahip çıkmıyordu. Her zaman bu oluyordu.
Rum köyleri de kendilerini korumak için silahlandı. Köylerini bekliyor, gelen silahlıları vuruyorlardı.
Silahlı adamlar bir yerde seni kıstırdı diyelim. Silahlılar başka milletten. Döversem seni; vurursam, kırarsam sen ne yaparsın? Sonunda sen de mecbur olup, silah alıp dağa çıkarsın. Hep bundan meydana çıktı.
"Herkese merhabalar, ben Kumru Sonat.'' diye mırıldandım, "Bir diğer deyişle, 889."
Gülümsedim ve derin bir nefes aldım.
"Şimdi sizlerden gelen birkaç popüler soruyu yanıtlayacağım. Umarım istediğiniz cevapları verebilirim."
Ekrana merakla baktım ve karşıma gelen ilk soruyu okumaya başladım.
"İlk sorumuzu okuyorum,'' diye mırıldandığım an ellerimin titrediğini fark ettim,
"Sevgili 889, sana beyaz çok yakışıyor, neden hep siyah giyiyorsun?"
Güldüm ve ellerimle üzerimdeki kıyafetleri gösterdim.
"Bugün bu sorunun geleceğini hissetmişim sanki... Bundan sonra daha çok beyaz giyeceğim, söz. Pekala, şimdi diğer soruya geçiyorum. Evet..." diyerek gözlerimi kısarak ekrana baktım ve diğer soruyu okumaya başladım.
Hanife Mert Hanım'ın 4 bölüm 400 sayfadan oluşan #BakışAcısı eserini
Dilek Fırıncı Özdemir moderatörlüğünde #okudum. Bu eseri okumadan önce #DüşBatımı eserini okumanızı tavsiye ederim. Her ne kadar ayrı eserler olarak algılansa bile birbirinin devamı olduğunu belirtmek isterim.
️️️️️️️️️️️️️️️️
Eser zamanlar arasında geçişlerle 1984 yılları ve
Ötekinin yazgısını üstlenmek diyelim. Yüz'ün "görülmesi" budur ve bu kim olursa olsun geçerlidir. Önüme çıkan, benim tek muhatabım olsaydı, yalnızca yükümlülüklerim olurdu! Ama yaşadığımız dünyada, yalnızca bir tek "karşılaşılan" yok; dünyada hep bir üçüncü var. o da benim başkam, benim yakınım. Bundan sonra, bunlardan hangisinin benim için öne geçtiğini bilmek önemlidir: Biri diğerinin kıyıcısı değil midir? İnsanların, karşılaştırılabilir olmayanların, karşılaştırılmaları gerekmez mi? Demek ki burada adalet, başkasının yazgısını üstlenmenin öncesindedir.