Hayat bu; her şey olacağına varırdı. Derler ki: "Bir felaketten kurtulunca ardından güzel günlerde gelir." İkinci devrede işlerin daha iyiye gideceğini söyledim Jiazhen'a. Dişiyle ipi keserken, bana baktı ve şöyle dedi: "Parada pulda gözüm yok! Her sene sana yeni bir çift ayakkabı dikebildiğim sürece mutlu olacağım.” Jiazhen'in ne demek istediğini anlamıştım: Eşim, bundan böyle bir daha ayrılmak istemiyordu. Yüzünün ne kadar yaşlanmış olduğunu görünce içim acıdı. Jiazhen haklıydı. Bütün aile her gün bir arada olduğu sürece, paranın ne önemi vardı?
Uzak ilkbaharlar düşledim; sadece dalgaların köpüğünü ve doğumumun unutuluşunu aydınlatan bir güneş, toprağa ve her tarafta sadece başka yerde olma arzusu duyma derdine düşman olan bir güneş düşledim.
Bale gösterisini kaçırdım da, dört yaşının sesiyle o teselli etti beni telefonda. "Üzülme anne," dedi. "Başka anneler de yoktu. Bakıcı ablalar vardı hep." Kahroldum telefonda. Gittim gizli gizli ağladım dizinin çekildiği köşkün bahçesinde.
Üçüncü deli zavallının biri
Bakışları bomboş
Cam gibi mavi gözleri
Bir yangında dört yıl önce
İki çocuğu yanmış cayır cayır
Çıldırmış, karısı da ölünce
“ Kat kat kar yağdı üzerimize kor ve sıcak dalgalarla.
“ Deriden asfalt kazıdım ben, hatırlamanın üzerine.”
“ O kadar acıdı ki içim zamanı çekip durdurdum bir ikindi vaktinde.”
Annesinin ona ve erkek kardeşine paylaşmaları için bir paket jöleli şeker aldığını, ama kardeşinin ona tek bir şeker bile vermediğini ve bütün paketi yediğini anlattı.
Billy, marketten şeker çalmasının tek nedeninin sonunda kendi şekerlerine sahip olma isteği olduğunu söyledi.
Sayfa 105 - epsilon 7. Baskı Temmuz 2016Kitabı okudu
Şimdi neden o gece onunla konuşurken öyle üzgün ve kötü hissettiğimi anlıyordum. O, beni doğuran kadındı.
Ben onu hissettim, orada içim burkuldu, acıdı lakin o beni hissetmedi. Bana vurmak için elini kaldırdı.
“Fakülteyi bitirip işe girdiğim yıl, Sabri askere gitti. Babamla ikimizdik evde artık. Bir akşam baktım ki iki gözü iki çeşme. ‘N’oldu?’ dedim. ‘Usta iş vermiyor,’ dedi, ‘Dikemiyormuşum.’ Doğruydu, dikemiyordu. Elleri titriyor, gözleri iyi görmüyordu artık. ‘Dikemiyormuşum,’ derken yalvarır gibi bir hali vardı. ‘Çalışma,’ dedim. ‘Nasıl olsa kazanıyorum işte ben!’ Sevindi. Işıl ışıl oldu gözleri. Şaşırmış gibiydi; ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi… ‘Murat Bey… Oğlum,’ diye söylendi kendi kendine. Doğrusu bu ‘Murat Bey’ sözü çok tuhafıma gitmişti o gün. Bir baba, nasıl ‘bey’ derdi oğluna? Babama ilk kez o gün içim acıdı. Bana duyduğu sevginin, saygının sonsuzluğunu göstermiş oluyordu belki böylece ama yine de ters bir şeydi. Gülünçtü üstelik. Bunu o zaman yoğun bir çaresizliğin, yürek karartıcı bir yarın korkusunun anlamlı bir ses olup dudaklardan çıkması diye düşünmüştüm!”
Kişisel yorumum "içim acıdı bu kitapta. Çünkü boktan bu düzenin düzüleni hiç değişmedi..."
İçimi dağlayan öykülerden birinden bir kesit.
"
-Kimi istedin?-
-Opruklu Seyit’i.-
Gardiyan yüzünü buruşturdu. Eliyle, kapıdan biraz evvel çıkan ve bir gardiyanla hafif cezalı iki mahkum tarafından musalla camiine götürülen sedyeyi göstermek üzereyken, gözleri tekrar kazlara ve torbaya ilişti.
Elini uzattı:
-İçerde ama, bugün görüşme günü değil. Ver onları da sen haftaya gel!-
Torbayı, kazları, pekmez çömleğini aldı, duvarın kenarına koydu; hala daha kapının dibinde oturan Dudu’ya:
-Haftaya gel, dedik ya… Biz bunları kendisine veririz. Hadi bakalım, bekleme!..- diye bağırdı."
"Parada pulda gözüm yok! Her sene sana yeni bir çift ayakkabı dikebildiğim sürece mutlu olacağım."
Jiazhen'ın ne demek istediğini anlamıştım: Eşim, bundan böyle bir daha ayrılmak istemiyordu. Yüzünün ne kadar yaşlanmış olduğunu görünce içim acıdı. Jiazhen haklıydı. Bütün aile her gün bir arada olduğu sürece, paranın ne önemi vardı?