Zaten eskisi gibi muamelât ilimlerine sahip adam da yani o nefs aldatması ile şeytan kaydırmasını anında sezen adamlar da kalmamış. Şeytan da gerçi kendine rıza göstermeye bu kadar razı, bu kadar kandırmanın kandırma sayılamayacağı insanlara artık belki de pek yanaşmazmış. Nerde ırz ehli pâkdâmen bir kadını kandırıp tığlatmak, nerde bu zaten iki bacalı haspanın vekili olmak, nerde öyle gaybî bir adamı sektirip tõkezletmek, nerde zaten kendisine yol yordam arayanı emlakçı gibi koluna takıp gezdirmek, nerde bir hüdâperverde adamı burnu üstü sürümek ve onun gayri ömrünün yana yakıla edilen tövbelerini sefa ile dinlemek, nerde "Ben nasıl, kimden dünya işi öğreneceğim?" diye dört dönen, şeytanlık için bile fazla kirli adamı meslek sahibi etmek. Dünyanın tadı ve meşgalesi şeytan için dahi kalmamış. Şeytan boşlukta, mesleksiz, meşgalesiz kalmış. İlmini fazla yaymanın, incelikleri hesapsızca öğretmenin pişmanlığında şimdi sanatının hem de uydurukça yapıldığını seyreden eski bir çini ustası gibi el el üstünde oturmada, hâlâ arada yoklayanlarla eski saf zamanları anmadaymış.
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
"Bir yaşam biçiminden vazgeçmek için onun yerine konacak başka bir yaşam biçimi bulmak gerekir."
İnsan iki dünya arasında durur.
Dış dünyanın beklentileri ve dayattıkları, içdünyanın çağrısı ve zorlantıları.
Bazen yüzünü birine bazen de diğerine çevirir, seçtiğine bağlı olarak diğerini feda eder.
İnsan hayatına anlam verecek ve evrende kendine bir yer edinmesini sağlayacak duygu ve düşüncelere ihtiyaç duyar. Bir anlamı olmalıdır yaşamanın, varoluşun, gündüzün ve gecenin deviniminin. Ancak böyle katlanılır en dayanılmaz acıya, ölüme, çaresiz kalınan anlara...
Bu çalışmanın değişik yerlerinde Joachim du Bellay, Nerval, Charles Baudelaire ve Mayakovski gibi dört önemli şair ve kuramcının genç şairlere öğütleri yer aldı. Onları bir araya toplamakta yarar var. Bunlara, Dağlarca'nın öğütlerini ve gerek şair, gerek şiir araştırmacısı olarak elli yıla yakın bir süre şiir üstüne çalıştığım için, kendi
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
İnsan iki dünya arasında durur:
Dış dünyanın beklentileri ve dayattıkları, iç dünyanın çağrısı ve zorlantıları.
Bazen yüzünü birine bazen de diğerine çevirir, seçtiğine bağlı olarak diğerini feda eder.
Yaşamı olabildiğince hafiflikle taşımak ancak iki dünyanın ustası olmakla mümkündür. Jung’a göre insan dış dünyanın zorunlu taleplerini ancak aynı anda kendi iç dünyasına adapte olduğunda karşılayabilir. İç dünyasında derinleşmek içinse kendini tanımaya ve bütünleşmeye gönüllü olması gerekir.
Kafkasyalılar, tıpkı bir sevgiliye yazar gibi hançerleri için aşk şiirleri yazar, adeta sevgiliyle buluşmaya gider gibi savaşa giderlerdi. Dünyanın en güzel insanları olduğu söylenen bu esmer halk için savaşmak hayatın ta kendisiydi. Hançerleriyle yaşar ve yine hançerleriyle ölürlerdi. Cenk etmek onlar için nefes almak gibiydi. Amentüleri
_Tanrı, ışığı yaratmıştır. Demek ki ilk Üstad-ı Azam Mason, Tanrı’nın kendisidir.
_Adem Baba, ilk masonlardandır ve Tanrı tarafından Cennete mason olarak kabul edilmiştir. Bu, masonluğun eylem olarak değilse de bir oluş kudreti olarak daima var olduğunu söylemenin bir tarzıdır. Çünkü masonluk, insan ruhunun ilk ve eski bir ihtiyacına cevap
_Derin acılar, insanı seçkinleştirip diğer insanlardan farklı kılar.
_Wagner, çok derin acılar çeken biri – diğer müzisyenlerden üstün yanı da bu. Her alanda Wagner'e ve bestelediği müziğe hayranım.
_Derin acılar çekmiş her insanın ruhsal iğrençliği ve gururu, bir kişinin ne kadar acı çektiği, neredeyse onun değer dizgesi içerisindeki yerini