Tolstoy kitabdakı hekayələrlə həyatının son illərində çox düşündüyü, hətta buna uyğun olaraq həyat tərzini də dəyişdirdiyi dinin və gözəl əxlaqın əsasını təşkil edən “insanlıq sevgisi” mövzusundan ətraflı bəhs edir. İnsan yarandığı gündən bəri səbəb-nəticə əlaqəsini araşdırır. Antik filosoflardan tutmuş günümüzün mütəfəkkirlərinə qədər baş verən
Giderek artan sayıda Müslüman entelektüel gelenek adı altında onlara intikal eden birçok uygulama ve düşünce biçimlerinin kısır ve değişmez hale geldiği ve hem sosyal hem de bilimsel ilerleme yolunda bir engel teşkil ettiğine dair inancın hem içinden hem de dışından gelen eleştirilere katılıyordu. İslam'ı tümüyle reddetmek ve Batı'yı
Mantıksal olanın ilk aşaması yargıdır; özü ise, en iyi mantıkçıların saptamasına göre inanca dayanır. Her türlü inancın temelinde, duyumsayan özne bağlamında hoş ya da acı verici olanın duyumsanması yatar. Bu iki tekil duyumun sonucu olarak üçüncü bir duyum, en düşük biçimiyle yargıdır. – Biz organik varlıkları başlangıçta her nesnede, onunla bizim aramızdaki haz ve acı ilişkisinden başka bir şey ilgilendirmez.
Eski Yunanlılar, insanoğlunu, kökenlerinden itibaren çevresindeki dünyadan ayrılması olanaksız bir güç haline getiren büyüsel bağı bir yana atmışlardı. Ne kadar olgunlaşmış ve gelişmiş olursa olsun, bir Mezopotamyalı ya da Mısırlı, kendini, kozmosun sınırsız mekanizması içinde yer alan bir çark olarak görmekten kurtulamıyordu ve böylece insanoğlu
"Her inancın özü, onun hayata, ölümle birlikte yok olmayacak bir anlam vermesidir. Debdebe içinde ölmekte olan bir kralın, çalışmaktan canı çıkmış yaşlı bir kölenin, aklı ermeyen bir çocuğun, bilge bir yaşlının, yarı akıllı bir kocakarının, mutlu, genç bir kadının, ihtirastan yanıp tutuşan bir delikanlının, en farklı yaşam ve eğitim koşullarından gelen tüm insanların sorusuna inancın yanıt verebilmesi doğaldır; hayatın o ezeli ve biricik sorusu olan 'Ben neden yaşıyorum, benim hayatımın sonucu ne olacak?' sorusunun eğer tek bir yanıtı varsa, bu yanıtın öz olarak aynı olsa da sonsuz farklı biçimlerde ortaya çıkması doğaldır ve bu yanıt ne kadar tek, ne kadar gerçek, ne kadar derinse, her insanın eğitimine ve konumuna uygun olarak ifade edilirken pek tabii ki o kadar tuhaf, o kadar bozuk bir şekilde ortaya çıkacaktır."
Doğu özgür düşünce geleneğinin tanınmış temsilcilerinden Ebu Reyhan Biruni (973-1048), Tanrı'yı bütün mevcut olanın ilk nedeni olarak kabul etse de, doğa olaylarına onun karışmasını kabul etmemiş, Müslüman ortodoksluğuna karşı mücadele vermiştir. Ali İbn Sina ya da Avitsenna (980-1037) dünyanın yaratılmadığını ve nesnel nedensellik yasası ile geliştiğini söylemiş, bilimin
dinden bağımsız olmasını istemiştir.
İbn Rüşt ya da Averroes (1126-1198), sonsuz materyali dünyanın özü olarak kabul etmiş, tinin ölmezliğini reddetmiştir. Zekanın dinsel inancın etkisinden kurtulması için uğraşmış, bu amaçla o da gerçeğin ikiliği kuramını ileri sürmüştür. Şair ve filozof Ömer Hayyam (1040- 1 123) o harika rubailerinde dinsel hükümleri bilgece eleştirmiştir.