Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
“Peki, acaba kentlerin başında bulunanlar hiç yanılmazlar mı? Yoksa onların da yanıldığı olur mu?” “Onlar da bazen yanılabilirler,” dedi.”Demek ki, yasa koymaya giriştiler mi, bazılarını doğru, bazılarını yanlış koyabilirler, değil mi?” “Öyle sanırım?” “Tabii, doğru yasa koymak kendi işlerine geleni, yanlış yasa koymak da kendi işlerine gelmeyen yasaları koymaktır diyeceksin, değil mi?” “Öyle.” “Ama nasıl bir yasa koyarlarsa koysunlar, yönetilenler ona uymalıdır, doğru olan budur.” “Kuşku yok.” “Demek ki, sözlerine bakılırsa, doğru olan şey yalnızca güçlünün işine geleni yapmak değil, karşıtını da, yani işine gelmeyeni de yapmaktır.” “Ne? Ne diyorsun sen?” “Senin söylediklerini sanırım, ama konuyu daha iyi araştıralım. Söyle, anlaşmamış mıydık? Yönetenlerin yönetilenlere, şunu bunu yapmayı buyururken, bazan kendi gerçek çıkarlarının ne olduğunda yanıldıkları, fakat yönetilenlerin baştakilerin emrini yerine getirmelerinin doğru olduğu üzerinde anlaşmamış mıydık.” “Anlaşmıştık sanıyorum,” dedi. “Öyleyse şunu da bil ki, yönetenler kendilerine zararlı olan şeyler buyururlarsa, sen de bu buyrukların yerine getirilmesini doğru buluyorsan, demek ki yönetenlerin ve güçlülerin işine gelmeyeni de yapmanın doğru olduğunu kabul etmiş oluyorsun. İşte o zaman bundan şöyle bir sonucun çıkması gerekmez mi? Senin söylediklerinin karşıtını yapmak doğru olmaz mı? Çünkü görüyorsun ki güçsüzlerin zararına olan bir şey emrediliyor.”
"Bir zamanlar ilk bulanık bakışlarımı görmüş olan siz, tanımlayamadığım şahıslar, yeniden yaklaşıyorsunuz bana. Bu kez sizi tutmayı denesem mi acaba? Yüreğim o eski çılgınlığına yönelsin mi? Sis ve dumanlar içinden yükselerek etrafımı sarıp başıma yığılıyorsunuz. Peki, o halde hükmedin! Beni çevreleyen büyülü soluğunuz tıpkı gençlik yıllarımda olduğu gibi gönlümü titretiyor. Birlikte getirdiğiniz sevinçli günlerin görüntüleri yanı sıra bazı hoş gölgeler belirgin hale geliyor. Eski ve yarı unutulmuş bir masalmış gibi ilk sevginin ve ilk dostluğun izleri gözlerimde canlanıyor. Acılar yenileniyor, şikâyetler tekrarlanıyor. Hayatın içinden çıkılmaz dolambaçlı akışı. Benden önce ölmüş, güzel saatlerin mutluluk düşlerine tanık olmuş o iyi insanların adları anılıyor. İlk şarkılarımı dinlemiş olan o ruhlar birazdan söyleyeceklerimi duymuyorlar artık. Yok olup gitti o eski dost topluluğu ve ne acı ki, ah! Uzaklaşarak kayboldu o ilk şarkımın yankısı. Alkışları bile beni korkutan, tanımadığım bir topluluğa sesleniyor şarkım. Ne var ki, şarkımın hâlâ yaşıyor olması, yolunu şaşırarak dünyaya yayılması keyif veriyor. Çoktandır unutmuş olduğum bir özleyiş uyanıyor içimde. O sessiz ve ciddi ruhlar alemine gitmenin zamanı geldi. Fısıltılı şarkımın belirsiz seslerle havada yayılmasıyla bedenim titriyor, gözyaşlarımın akışını durduramıyorum. Acımasız yüreğim katı değil, yumuşak! Sahip olduğum şeylerin nasıl uzaklaştığını görüyorum. Kaybolmuş şeylerin ise yanı başımda birer gerçek olduğunu."
Reklam
Bu işte, yani ölümünde, senin hiçbir -ama hiçbirgünahın, kusurun ve hatân yok. Onu, cemiyetimizin rezil ve taşlaşmış kayıtsızlığı, sağırlığı, korkaklığı, berbat şarapları, her biri korkunç birer zehir olan Şark yemekleri öldürdü. Türkiye’de vasati yaş 28’dir. Düşün o 50 yıl yaşadı. Yine de iyi. Son günlerde onu ayakta tutan bendim. Övünme şeklinde
Hiç “serçe gibi” olmadım! Ustura gibiyim. Ama milyonlardan biri olduğum doğruysa utanmam. Harika çocuk, müstesna adam gibi sıfatları oldum olası düşündüm! Önemli olan ne olduğun ve oluşu içinde nerelere kadar varabileceğini kestirebilmekti. Bana böyle söylenmen haksız ve yanlış. Kadınca bir düşünce bu, ki sen hoşlanmazsın... Sana “provokasyonlara
Dünya Türkleri yalnız Türkiye’dekilerden ibaret değildir. Rusya, İran, Çin, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Rodos, Kıbrıs, Suriye ve Iraktaki Türklerin sayısı, en aşağı bir hesapla, Türkiye’dekilerin iki mislidir. Mısırda, Avrupa’da, şimali ve cenubî Amerika’da yaşayan ve her halde birkaç on bin miktarında olan Türkleri de, kadroyu
Canım, Mektubun geldi. Çok teşekkür ederim. Dün sana üç şiir gönderdim. Biri, kabul edersen, düğün hediyen olsun. Orada olsaydım İstanbul’un bütün çiçekçilerini angaje eder, bineceğin trene ayrı bir çiçek katarı takardım! Ne palavra! Değil mi? Ama bilirsin, senin için yapamayacağım (hiç olmazsa canımı veririm ya) bir şey yoktur... Ne iyi kızsın be! Güner de sahiden adam seçermiş, dost seçermiş. Seni bana dost eden de bin yaşasın. Kocan, bir hazine, bir cevahir dünyası aldığının farkında mı acaba? Yok, mesele yüzüne ya da etine vurulmaksa, buna uğramayacak babayiğit yoktur zaten... Leylim, ben daha buralıkta bir eyyam sürteceğim. İşimi ne zaman bitireceklerini ben de bilmiyorum! Bu, daha çok dünyanın gidişine bağlı. Herhal, iyi oluruz, kurtuluruz. İlk işim, o zaman, sana koşmak olacak. Ne kadar özledim bilemezsin. Hep, aklımda ve hulyamdasın. Yalnızlığımı bir dolduruyorsun ki sana mı, seni yaratana mı teşekkür edeyim bilmiyorum. Ben it hali, gün öldürüyorum. Bir tek kardeşimden gayrı anlayanım yok burada. Ötesi hepsi yad. 23 Nisan 1955 Diyarbakır
Reklam
Sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum, çünkü kendi suskunluğumda boğulmak üzereyim...Beni dinlemeye hazırsınız...tamam...Ama bu çok kolay ki... Peki ya sizden beni tutup küpeşteden denize atmanızı rica etsem... o zaman iyilikseverliğiniz, yardımseverliğiniz o noktada biter. Bir yerde biter işte... kişinin kendi yaşamıyla, kendi sorumluluklarıyla karşı karşıya kaldığı yerde... bir yerlerde bitmek zorunda... bu görev bir yerlerde bitmek zorunda... ya da... acaba doktorların görevi bitemez mi? O bir kurtarıcı, her an herkese yardıma hazır biri mi olmalı, sırf üzerinde Latince kelimeler olan bir diploması var diye? Gerçekten de kendi hayatını hiçe mi saymalı, kendi kanına su mu karıştırmalı, sırf biri... sırf biri gelip ondan asil davranmasını, yardımsever ve iyi olmasını istiyor diye? Evet, sorumluluğun da bir sınırı var... insanın artık daha fazlasını yapamadığı bir yer.....
Sırf dünyaya kız olarak geldiği için bir insanın reddedilmesi, kabul görmemesi tam olarak nasıl bir şey acaba? Uzaktan bunu her birimiz çok duyduk ama çoğumuz bunu yaşamadık. Daha baştan kaybetmişsin yani. Tam insan, makbul insan değilsin. Eksiksin. îyi ama neyin eksik? .Aklın mı, fikrin mi, elin kolun mu? Hepimiz biliyoruz neyin eksik olduğunu ama bana öyle geliyor ki insanlar o şeyin değil, başka bir şeyin peşindeler. Erkeğin toplumdaki rolü ilgilendiriyor onları. Erkek, gücü temsil ediyor toplumda.
Tanrı’yı rahatsız edin... İsteyin verilecektir ...
“İsa öğrencilerine, hiç usanmadan, her zaman dua etmeleri gerektiğini belirten şu benzetmeyi anlattı: “Kentin birinde Tanrı'dan korkmayan, insana saygı duymayan bir yargıç vardı. “Yargıç bir süre ilgisiz kaldı. Ama sonunda kendi kendine, ‘Ben her ne kadar Tanrı'dan korkmaz, insana saygı duymazsam da, bu dul kadın beni rahatsız ettiği için hakkını
Köyün birinde yaşlı bir adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş ama çiftçi atı satmaya yanaşmamış. “Bu at, sadece bir at değil benim için; bir dost. İnsan dostunu satar mı?” demiş. Bir sabah kalkıp bakmışlar ki at hiçbir yerde yok.
Reklam
Hastalıkların, marazların hep kalp­te olduğunu söylüyor ve kalbi temizlemekten bahsediyor­lar. Ben de kalbimi yokluyorum sık sık; hep ağrılı, vesveseli, gidip gelen buluyorum. "Huzursuz, hüsran duyan kalp," diyorlar; "Benim, buradayım," diyemiyorum. "Allah koru­sun!" diyorlar. Kendimi nereye saklayacağımı şaşırıyorum. Kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. Acaba beni gö­rüyorlar mı? Acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyor­lar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar hevesli ve bu kadar dar ve alıngan mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı, bunu nasıl öğrenebilirim? Ben yatışmak istiyorum. Kendimi bildim bileli galiba şımarabilmek istedim, bu bana verilsin istedim.
Sayfa 37 - İletişim Yayınları
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.