Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ömer Atıcı

Ömer Atıcı
@johncusakk
Hayat küçük şeylerden oluşur, eğer sen seversen büyük olurlar "osho"
Öğretmen
Lisans İngiliz Dili ve Edebiyatı
12 okur puanı
Şubat 2022 tarihinde katıldı
Kürk Mantolu Madonna" Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin
Reklam
Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya'nın Nihal'inden, Vecihi Bey'in Mehcure'sinden, Şövalye Büridan'm sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra'dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed'in annesi Âmine Hatun'dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı. Yaban kedisi derisinden bir kürkün içinde, gölgede kalmasına rağmen donuk beyaz rengi belli olan küçük bir boyun parçası, bunun üzerinde, hafifçe sola dönmüş, beyzi bir insan yüzü vardı. Siyah gözleri anlaşılmaz, derin düşüncelere dalmış gibi yere bakıyor, adeta bulamayacağından emin olduğu bir şeyi son bir ümitle aramak istiyordu. Buna rağmen bakışındaki hüzün biraz da istiğna ile karışıktı. Sanki: "Evet, aradığımı bulamayacağım... Fakat ne olur?" der gibiydi. Bu istiğna ifadesi, biraz dolgun ve alttakisi daha irice olan dudaklarında tamamen açık bir hal alıyordu. Gözkapakları hafifçe şişti. Kaşları ne pek kalın, ne pek ince, fakat biraz kısaydı; koyu kumral saçları, köşeli ve oldukça geniş alnını çevreleyerek aşağı doğru uzanıyorlar ve yabankedisinin tüylerine karışıyorlardı. Çenesi hafifçe öne doğru kıvrık ve sivriceydi. İnce uzun vekanatları biraz etli bir burnu vardı.
Kadınlara başka bir güçlü olma kaynağı bırakmadın, sadece tek bir çıkış var: Bedenleri. Bu nedenle onlar sürekli olarak daha çok ve daha çok çekici olmakla ilgileniyorlar .Bunu hiç gözlemlemedin mi: Modern kadın çok da fazla çekici olmakla ilgilenmez. Niçin? Çünkü o diğer türden güç politikalarına girmektedir. Kadın eski esaretinin dışına çıkıyor.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Mantığın bittiği yerde, bilgelik başlar". Yalnızca bilginin, bilinenin sınırlarında dolaşabilir mantık ötesine erişemez . Zihnin sorduğu soruya mantığın verdiği cevap ,doğruyu, gerçeği ve hakikatı yansıtmaz. Şey 'ler üzerinde bulunduğu zemine göre, bakan gözün görüş acısına göre farklı bir manaya ,görüntüye bürünür. Neye ne anlam
Hepimiz köklerimizin dayandığı topraklara hiç benzemeyen bir evrende yaşamaya zorlanıyoruz; hepimiz başka diller, başka ağızlar, başka işaretler öğrenmek zorundayız; hepimiz çocukluğumuzdan beri hayal ettiğimiz biçimiyle kimliğimizin tehdit altında olduğu izlenimine kapılıyoruz.Her birimiz, itildiğimiz, bize yasaklanan ya da tuzaklar kurulan yollar arasından kendine bir yol açmak zorunda; birdenbire kendimiz olamayız, ne olduğumuzun "bilincine varmakla" yetinmeyiz, neysek o oluruz; kimliğimizin "bilincine varmakla" yetinmeyiz, onu adım adım kazanırız.İstenildiği kadar kutsal kitaplara dalınsın, meallere bakılsın, gerekçeler toplansın, daima farklı, birbiriyle çelişen yorumlar olacaktır. Aynı kitaplara dayanarak köleliği içinize sindirebilir ya da mahkûm edebilir, ikonaları yüceltebilir ya da ateşe atabilirsiniz, şarabı haram kılabilir ya da hoş görebilir, demokrasiyi ya da din devletini savunabilirsiniz; bütün insan toplulukları yüzyılların akışı içinde şimdiki uygulamalarını doğru göstermişe benzeyen kutsal ayetler bulup çıkarmayı bilmişlerdir. İncil'i benimseyen Hıristiyan ve Yahudi toplumlarının, "asla öldürmeyeceksin" in idam cezalarına da uygulanabileceğini söylemeye başlamaları için iki ya da üç bin yıl geçmesi gerekmiştir; yüz yıl sonra bize her şeyin kendiliğinden geliştiği söylenecektir. Metin değişmiyor, değişen bizim bakışımız.
Reklam
"Şükrü Erbaş Sevgisizliğin ve doyumsuzluğun emzirdiği bir kadınla, aşkı ve kadınları aşağılayan bir adamın zehirli suyundan doğdum. Derin ve dar bir alacakaranlıktı akıp geldiğim yatak. Kime biraz gülümsediysem, garip bir önlem duygusuyla, bir yerlere gecikiyormuş gibi telaşlı, arkasını dönüp gitti. Korkunun ve bencilliğin cumhuriyetinde kabalığın kırıcı saltanatıydı yaşadığım. Herkes büyük bir ikiyüzlülükle bir erdem, bir zorunluluk gibi yaşamı öne sürerek ölümü kutsuyordu. Kimsenin yağmuru seyretmediği bir dünyada yıldızları sevmenin yalnızlığı ile her gün biraz daha geri çekildim. Üstüme örttüğüm yorgan yüreğimdeki serçenin küçücük ürkek kanatlarıydı. Kimse, ilkyazın sevgi, yazın dinginlik, güzün bitiş, kışınsa sıcaklığı büyüten bembeyaz bir düş olduğunu anlatmadı. Ne zaman bir sızıyla gözlerimi bulutlara, ağaçların uç dallarına, rüzgarın ufukta çaldığı ıslığa çevirdiysem, yüzüme inen bir tokatla önümdeki duvarlar gösterildi. Alnımdaki derin eğri bu sakınmalardan kalmadır. Bu yüzden sesimin rengi acı, gözümün ışığında bulanık bir kırılma, parmaklarımparmaklarım böyle dolaşır birbirine ... Yüksek sesle konuşan asık suratlı bir kalabalık içinde bir sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üstüme bu ezgin acemilik. Bir kirlenmeden korumak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. Benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı. Herkesin gövdesiyle var olduğu yerde yüre ğini öne süren "bir beyazdım siyahlar arasında."
"Şükrü Erbaş İçimdeki yalnızlık başka yankılar istiyordu. "Büyük kentin en iyi yanı ne biliyor musunuz? Her şey sizi yeni, başka birdüşe götürüyor. Hiç tanımadığınız insanları düşünmeye başlıyorsunuz. Başka yerde yüz yılda göremeyecekleriniz yüz adımda önünüzde. Hiçbir şey imkansız değil burada. Kalabalık öyle bir korunak ki gizlenmek için duvarlar gerekmiyor. Yalnız değilsiniz. Ya da yalnızlardan oluşan kocaman bir örgütün bir üyesi de sizsiniz. Herkes bir ada burada. Evlerden ve akşamlardan payınıza düşen bir uzaklık olsa da sokaklar herkesi aynı yakınlıkla kabul ediyor. Kendine sahip çıkmaktan başka bir olanağı olmadığını öğreniyor insan. Sonra kadınlar ... Dört yanınız güzelliğin herkese açık okulu. Gerginlikten inceliğe geçişi öğreniyorsunuz. Suları ve gökyüzünü özlüyorum ama kalabalığı daha çok seviyorum."Senden önceki haline döndü kalabalık. Gamzeli sular yürürdü dünyaya, kirpiğin kaşına her değdiğinde. Ben deniz derdim hazla, gökyüzü niyetine bakardı başkaları. Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgar yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes. Kalbinle donattın önce gövdemi, sonra aşkın nasıl bir yoksulluğa dönüştüğünü gösterdin. Sevinçler bitti, kapı zilleri bitti. Ne bir yere giden var, ne gelenlerin yüzünde bir iyilik. Senden başka anısı yok döndüğün yerlerin.
Şükrü Erbaş Işıklı bir su gibi geçen kalmadı sokaklardan. Balkonlardan uzaklara bakan yok. Herkes türküsünü bir reklam filmiyle değişti. Şimdi insanların yerine paketlenmiş duyguları söyleyen hazır türkücüler var. Sevinci değişen insanın acısı da değişir elbet. Öyle genişledi ki değişimin sınırları, doğrunun belkemiği kalmadı. Korkunun ve kurnazlığın pervaneye dönderdiği insanlar, sonunda kendilerini aklayacak bir maymuncuk buldular: Hoşgörü ve yenilik.Böylece bir ülke, pisliğinin üstünde tertemiz görünecek bir olanak buldu kendine. Yağmur değişir mi? Altında ıslanana ve pencereden bakana bağlı belki ama bu rüzgarı kekeme, mavisi gördüğünden utanan gökte yağmurlar bile değişti." Onca gelişmesine karşın ne bilim, ne siyasal sistemler, ne hukuk, ne ekonomi, ne eğitim, ne de bir başka disiplin, çağdaş insanın bu parçalanmışlığını önleyebilmiş, onu gerçek anlamda -hem içsel, hem dışsal bir gerçeklik olarak- bir bütünlüğe götürebilmiştir. İnsanın elinde bu bütünlüğü sağlayacak en önemli, en değerli olanak tüm dallarıyla sanattır. Pompalanan popüler kültürün tüm düzeysizliği ile de lumpenleştirilmiş insanı, gerçek sanat yapıtlarına yöneltmek oldukça zor .
"Hayatımızın içi yoktu. Biz dışarıdaydık ve başkaydık. Kendimizi tanımıyorduk, adeta düşlerde bir yolculuğun sonunda zuhur edivermiştik ruhlarımızın karşısında..İçi boş kalmış, kişisiz öznelerdik, yanlış tanımlanmış, başka bir şeydik. Kendine dair bilincinde eriyen o manzaraydık biz. Ve aynı anda iki manzara olduğu gibi–biri gerçek, biri de yanılsama–biz de anlaşılmaz bir şekilde ikiydik, öbürünün de biz olup olmadığını, şu müphem ötekinin gerçekten yaşayıp yaşamadığını ikimiz de tam bilmiyorduk...Ey kederimin gereksiz yoldaşı, kaç saat, mutlu huzursuzluklarla dolu kaç saat sundu bize orada " saatlerin hayaletleri!". Zamanı unutmuştuk ve muazzam uzam zihnimizde küçülmüştü. Yanı başımızdaki ağaçların, uzak çardakların, ufuktaki son tepelerin ötesinde, var olan şeylere bahşettiğimiz engin bakışları hak eden herhangi bir gerçek var mıydı? Kusurlu doğamızın su saatinde, şaşmaz bir düzenle düşen düş damlaları, gerçekdışı saatler yaratırdı... Değmez hiçbir şeye uzak aşkım, hiçbir şeye, hiçbir şeye değmediğini bilmenin ne kadar hoş olduğunu bilmenin dışında... Ağaçların kımıldamadan kıpırdanışı; çeşmelerin ürperen dinginliği; özsuyun kendine has ritminin tarifsiz solukları; varlıklarından içinden geliyor gibi görünen, tinsel bir uyum içinde göğün derinlerindeki sessizliğin uzak, ama ruha yakın hüznüne elini uzatan ağır alacakaranlık; yaprakların yararsızca, ahenkle dökülüşü, içindeyken tüm manzaranın kulaklarımıza dolduğu ve sıla hasreti gibi hüzne boğulduğu düş yalnızlığının damlacıkları – bütün bunlar bir kuşak gibi çözülüp belli belirsiz kuşatırdı bizi.
Dorian Gray'in Portresi " Bilmek her şeyin sonu olur. Çekici olan bilememektir. Sis her şeye harika bir güzellik katar.” Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar, topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır.”
Reklam
Eric Hoffer Modern bir toplumda insanlar ancak ardı arkası kesilmez telâşlı bir hayatın meydana getirdiği şaşkınlık içinde yaşadıkları müddetçe ümitsiz yaşamaya tahammül edebilirlr.İşsizliğin meydana getirdiği karamsarlık yalnız yoksulluk korkusundan değil fakat hayallerde geleceğe ait boşluktan da ileri gelmektedir.İşsiz kalan kişilerin,
Marcus Aurelius: " Bütün yanıtları bulduğumuzda soruları değiştirdiler. " "... ezelden beri her şey aynıdır, hep aynı döngülerdir tekrarlanan ve hiçbiri farklı değildir ..."döngüsel ve bitimsiz hiçlik. Perde kapanana dek, sahnesi ve kişileri mütemadiyen değişen ama esas ‘mevzusu’ değişmeyen yerdeyiz, gitmek üzere…“Olan olmuştur. Olacak olan da olmuştur. René Descartes tek bir gecede bir sürü rüya gördü. Anlattığına göre, ilk rüyada çarpık çurpuk yürüyor ve onu şiddetli bir biçimde okul ya da kiliseye doğru iten rüzgârla cebelleşmekten bir türlü doğrulamıyormuş. İkinci rüyada bir yıldırım onu yataktan çekip alıyor ve odanın içi ortalığı gündüz gibi aydınlatan kıvılcımlarla doluyormuş. Üçüncü rüyadaysa, yaşamda izleyecek bir yol bulmak için bir ansiklopediyi açıyor ama o aradığı sayfalar ansiklopedide eksik çıkıyormuş.
Senden önceki haline döndü kalabalık. Gamzeli sular yürürdü dünyaya, kirpiğin kaşına her değdiğinde. Ben deniz derdim hazla, gökyüzü niyetine bakardı başkaları. Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgar yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes. Ne bir yere giden var, ne gelenlerin yüzünde bir iyilik. Senden başka anısı yok döndüğün yerlerin. "Şükrü Erbaş"
Osho
"Cennet arayışı senin çocukluğunu yeniden aramandır. Elbette bedenin artık bir çocuğun bedeni olmayacaktır ama bilincin bir çocuğunki kadar saf bir bilinç olabilir.Tüm mistik yolun sırrı budur: Seni yeniden bir çocuk yapmaktır; masum, hiçbir bilgi tarafından kirletilmemiş yapmak; seni hiçbir şey bilmeyen, hâlâ gizemi yok edilemez hale
"Emil Michel Cioran" Zira hayattaki bütün kötülükler bir “hayat anlayışı”ndan ileri gelir.Birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz ettiğini, emin bir ses tonuyla “biz” dediğini, “diğerleri”ni andığını duymam; kendini onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu kendime düşman görmem için yeterlidir. Onda bir
92 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.