İçinde kısa kısa dört öykü bulunuyor Stefan'ın bu kitabında. Mürebbiye; Evin üniversite okuyan Otto adında gence aşık olmasıyla haraketlerinin değişmesi, bakıcısı olduğu iki çocuğu ihmal etmesine üzerine de kızların bunu fark edip gece gündüz, sürekli olarak mürebbiyelerini izlemesiyle yetişkin dünyasının acımasızlığı, güvensizliği,
"Benden neden bu kadar korktuklarını biliyordum. Çirkin gerçekliklerinin maskesini çekip almış, onların gerçek yüzünü ortaya koymuş tek kadındım. İnsan öldürdüğüm için değil —her gün binlerce insan öldürülüyordu— varlığım onları korkuttuğu için beni ölüme mahkûm etmişlerdi. Yaşadığım sürece güvenlikte olmayacaklarını, onları öldüreceğimi biliyorlardı. Benim yaşamam onların ölmesi, ölümüm onların yaşaması demekti. Onlar yaşamak istiyorlardı. Yaşamak daha çok suç, daha çok yağma, sınırsız çapulculuk demekti onlar için. Yaşamı da, ölümü de aşmıştım; çünkü artık ne yaşama arzusu duyuyor, ne de ölümden korkuyordum. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey ummuyordum. Hiçbir şeyden korkmuyordum. Bu yüzden özgürdüm. Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdır. Özgürlüğüm onları öfkelendiriyordu. Hâlâ istediğim, hâlâ korktuğum ya da hâlâ özlediğim bir şey kalmış olması hoşlarına giderdi. O zaman beni bir kez daha köleleştirebilirlerdi."
"Yatakta dönüp dururken aklıma bir düşünce geldi. İlkeleri olan devrimciler de aslında diğer insanlardan farklı değildi. İlkelerini satarak, başka erkeklerin parayla satın aldıklarını onlar kurnazlıkla elde ediyorlardı. Bizim için cinsellik neyse, onlar için de devrim oydu. Kullanılacak bir şeydi. Satılacak bir şeydi."
Hayatın sürekli kendisini yenileyen o sonsuz mucizelerinden birine yakın hissetti kendisini; bu mucize, çocukların kadınlardaki iyiliği, şefkati, fedakarlığı ortaya çıkarması ve sonrasında bu duyguların kadınlardan çocuklarına geçmesiydi; kadından çocuğa, çocuktan tekrar kadına geçen, hiç kesilmeyen, sürekli devam eden bir döngü; böylece kadın kendi çocukluğunu asla kaybetmiyor, aksine iki kez yaşıyordu, hem kendi içinde hem de karşılaştığı her insanda yaşıyordu.
"En çok nefret ettiğim erkekler bana öğüt vermeye kalkışanlar ya da beni yaşadığım hayattan kurtarmak istediğini söyleyenlerdi. Onlardan daha çok nefret etmem, benden daha iyi olduklarını ve yaşamımı değiştirmek için bana yardımcı olabileceklerini sanmalarıdandı. Şövalye gibi görürlerdi kendilerini; başka koşullarda oynayamadıkları bir roldü bu. Benim düşük bir insan olduğumu anımsatarak, kendilerini soylu ve üstün hissetmek isterlerdi. Kendi kendilerine, "Ne harika bir insanım ben. Şu sürtüğü çok geç olmadan bataktan çıkarmaya çalışıyorum," derlerdi. Onlara bu rolü oynama fırsatını vermezdim. Her allahın günü beni döven bir adamla evliyken hiçbiri beni kurtarmaya yanaşmamıştı. Âşık olma aptallığım yüzünden kalbim kırıldığında da hiç biri yardımıma koşmamıştı."
"Gecenin verdiği huzurdan hoşlanarak nehir boyunca yürüdüm. Artık acı hissetmiyordum. Çevremdeki her şey bana huzur veriyor gibiydi: yüzümü okşayan hafif esinti; boş sokaklarla, kapalı kapılar ve pencereler, insanlar tarafından dışlanma, aynı zamanda onları dışlayabilme duygusu; her şeye, yeryüzüne, gökyüzüne hatta ağaçlara bile yabancılaşma. Ait olmadığı büyülü bir dünyada yürüyen bir kadın gibiydim. Bu kadının canının istediğini yapma, istemediğini yapmama özgürlüğü vardı. Ender rastlanan o kimseye bağlı olmama, her şeyden vazgeçme, çevredeki dünyayla bütün ilişkilerini kesme, tamamen bağımsız olma ve bağımsızlığının hakkını vererek yaşama; bir erkeğe, evliliğe ya da aşka bağlanmadan özgür olma; tüm kural ve yasaların sınırlandırmasından kopma hazzını yaşıyordu bu kadın. Önüne ilk çıkan erkek onu istemezse, ikincisi, üçüncüsü gelecektir. Tek bir adamı bekleme gereksinimi duymayacaktır. O dönmediği zaman üzülmeyecek, bir şey beklemeyecek, umutları suya düştüğünde acı çekmeyecektir. Hiçbir şey umut etmeyecektir artık, hiç birşey arzulamayacaktır. Hiçbir şeyden korkmayacaktır, çünkü onu incitebilecek her şeyi zaten yaşamıştır."
"Umduğum şeye ulaşmaya çalışmıyordum. Çünkü ne kadar uğraşırsam uğraşayım, bir yola baş koymuş hayalperest gibi ne kadar özveride bulunursam bulunayım, zavallı önemsiz bir memur olarak kalacaktım. Bütün zavallıların erdemi gibi, benim de erdemim iyi bir nitelik ya da değer olarak görülmeyecek, bir tür aptallık ya da basitlik sanılarak aşağılanacak, yoksulluktan da fazla hor görülecekti. Son erdem kırıntısını da, kanımdaki son kutsallık damlasını da atma zamanı gelmişti. Artık gerçeğin farkmdaydım. Ne istediğimi biliyordum. Yanılsamalara yer yoktu artık."
(Spoiler olacak)
İlk başta şunu söylemem gerekli: Ne Aelin'ı seviyorum ne de Rowan'ı. Bu yüzden de seriyi okurken genelde evren üzerinden değerlendirip yüksek puan veriyordum ama bunda bu sefer öyle yapmayacağım.
Dört kitaptır Aelin'a alışmaya çalışıyorum. Kibirli, küstah, kendini beğenmiş, egolu ve şımarık yanlarını es geçip
İnsanız işte,
Bir yanımız iyilik, bir yanımız kötülük,
Bir tarafımız kadın, bir tarafımız erkek,
Yarımız büyümüş, diğer yarımız hep çocuk…
Yüreğimiz duygu yüklü,
Dünya ipinde yürüyen cambaz gibiyiz
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bay ve Bayan Smith yargıcın karşısına çıkartılmış.
"Bu heriften boşanmak istiyorum" demiş kadın. "Ben de bu cadalozdan kurtulmak istiyorum" diye bağırmış adam.
Yargıç: "Kaç çocuğunuz var?"
Kadın: "Üç tane.”
Yargıç: "Neden bir yıl dahi evli kalıp bir çocuk daha yapmıyorsunuz? O zaman dört çocuğunuz olur, her biriniz iki tanesini alır ve tatmin olursunuz."
Adam: "Evet ama ya ikiz olursa?"
Kadın: "Hah! Sen mi ikiz doğurtacaksın? Eğer ona güvenseydim, bu üç çocuk bile olmazdı."
Bir kedi hikayesi: Tanizaki’nin “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” öyküsü...
Öykü, insan ilişkileri, sevgi ve kayıp gibi derin konuları ele alırken aynı zamanda insan psikolojisinin karmaşıklığını da yansıtıyor. Öyküde, insanların kendi iç dünyalarında ve ilişkilerinde yaşadıkları çatışmalar ve karmaşıklıklar işlenirken, bir kedinin hayatlarına getirdiği değişim ve sembolizm üzerinden derin bir felsefi anlam da sunuluyor.
Öykünün başında Sinako, eski kocası Sozo’nun yeni karısı Fukuko’dan kedi Lili’yi ister. Kedinin Sinako’ya gitmesinin ardından, Sozo çok şiddetli bir kayıp duygusu yaşar. Eski karısının evine gidip, gizlice Lili’yi görmeye karar verir. Kitapta Sozo’nun insan ilişkilerinde kimseyi Lili kadar sevmediği anlatılır. Lili ise Sozo’nun sevgisine kayıtsızdır. Sozo, Lili’yi görmeye gittiğinde “Sinako kediyi çok seviyor olmalı.” diye düşünür. Çünkü o artık yoksul bir kadındır ama yine de Lili’yi iyi beslemektedir. Lili’nin yastıkları, Sinako’nun kendi yastıklarından bile kalındır.
Lili, hayatındaki insanlar tarafından birbirlerine karşı bir silah olarak kullanılmış olabilir; ama dördünün içinde gerçek anlamda sevilmis olan sadece odur. #nihanhocanınkitapları #felsefecininkitapları #okuyarakyasa #okuyorum #okudumbitti #kitapkurdu #kitapyorum #kitapbenim #bookstagram #booklover #books #instabooks #kitapsevgisi #kitapokuyorum #kitapyorumu #kitapalışverişi #kitapokumak #kitapkolik #kitapevi #kitaptansözler #kitapdelisi