Dünya, kadınların güçlü ve etkileyici varlıklar olduğunu biliyor. Tarihin her döneminde, kadınlar önemli roller üstlenmiş, değişimlere öncülük etmiş ve toplumlara yön vermiştir. Ancak bu hikayede, sıradan bir kadının hayatına odaklanacağız. Adı Aylin.
Aylin, 30 yaşında bir kadındı. Hayatı boyunca hep sıradan bir hayat sürdürmüş, dikkat çekmeyen
İkinci Dünya Savaşı'nın sonra ermesinden sonra işgal altındaki Avusturya'da geçen bir hikaye... Savaşın sadece erkeklere değil kadınları da nasıl derinden etkilediğini...
Curzio Malaparte savaşın yıkıcı etkilerinin gölgesinde cephe gerisinde geçen ve insanı yaşamından, insanlığından utandıran olayları, kendine özgü gerçekçi ve eşsiz bir güçle anlatmış ...savaşın yarattığı travmatik deneyimlerle boğuşurken, hayatta kalmak için umutsuz bir mücadeleye girişen dört kadın... savaşın vahşetini ve kadınların savaşın bedelini nasıl ödediğini gözler önüne seriyor....
Maycomb her kız evladın görevini yerine getirmesini beklerdi. Tek oğlunu kaybetmiş, dul bir babanın tek kızı olarak Jean Louise’in de görevi gayet açıktı: eve dönmeli, babasıyla birlikte yaşamalıydı; bir kız bunu yapardı, bunu yapmayana da kız evlat denmezdi.
"Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkât ettiniz mi?"
Günümüzde ölüme duyarsızlaşmış olsakta bizi uyandıracak şey ölümdür.
Bugün bu incelemeyi yazmaya başlarken bile dün tam 7 kadın ayrılmak istediği ya da ayrıldığı eşleri tarafından -ldürüldü. Ülkenin her karış toprağı kadın ve asker mezarlığı. Savaş meydanında verilen
#revan
Yazarın daha önce Yediler Teknesi kitabını okuyup çok sevmiştim. Revan'da neler anlatıyor çok merak ederek kapağı araladım.
Evdal...
Dadaloğlu...
Savaş meydanlarındaki mücadelenin gölgesinde karşı karşıya gelen iki ozanın hikayesi. Ama ilk karşılaşmaları oldukça tatsız bir şekilde gerçekleşti. Dadaloğlu esir düşmüştü.
Aşık meydanı, savaş meydanına benzemez elbette. Birbirlerini yenmek istiyor ve kazanan taraf kim olursa ona göre isteklerini, vaatlerini birbirlerine meydan okuyorcasına söylüyorlardı. Askere de eğlence lazımdı değil mi, hem sazları sözleriyle askerleri coşturacaklar hem de kim kimden üstün göreceklerdi. Dadaloğlu ise Evdal'ı yenmesinin üzerine, birlikte tutsak düştükleri kadınların serbest bırakılmasını istiyordu.
Karşı karşıya geldikleri günler boyunca bırakın birbirlerini yenmeyi, hünerlerine duydukları hayranlıkları da arttı. Diğer yandan savaşın iki tarafı gibiydiler.
Sultan'a yapılan suikast, savaşın eli kulağında olması ve karşı karşıya gelen iki ozan... Tüm bu karışıklıklar içinde dostluk içinizi sıcacık yapacak. Aslında tam da bu noktada çok şey yazmak istiyorum ama büyüsü bozulsun istemiyorum.
Kitabın ikinci kısmında savaşın etkisi, kolera salgını ve Evdal'ın yaşamını ne şekilde devam ettirdiğine dair bir güzergahta ilerliyor. Hem de ne ilerleme, Evdal içindeki gerçekleri dökerken içinizde bir yerlere çok dokunacak eminim ki. İçinde o kadar çok detay var ki, hangi birinden bahsedeceğim bilmiyorum. Her ne kadar kaos dolu bir iklim olsa da, o yıllarda olmak çok güzeldi.
1960’lı yıllarda kadının sadece evde oturup çocuk doğurması ve yemek yapması beklenirken, kimyager Elizabeth Zott sadece kadın değil aynı zamanda bir ‘bilim insanı’ olduğunu tüm dünyaya anlatmaya çalışır. İş arkadaşı Nobel adayı ünlü kimyager Calvin Evans ile yolları kesiştiğinde ise Calvin’in onu takdir etmesi ve diğer erkeklerin aksine
6 Nisan'dan itibaren, 'etnik temizlik' Karadziç'in şevk ve zevkle uyguladığı bir oyun haline dönüştürülmüştü. Müslüman Boşnak-lar'ın ileri gelenlerini; yani varlıklılarını, okumuşlarını, aydınlarını, sanatçılarını ve özellikle orduda görev yapmış olan asker kökenlilerini ayıklıyor, akıl almaz işkencelere tabi tuttuktan
* Kızlar ya erkeklerin altında olmak köle veya oyuncak olmak; ya da erkeklerin üzerinde olmak, bir tür ilahi yaratık, bir melek olmak üzere yetiştiriliyordu. Kadınların erkeklerin yoldaşı ve eşiti olma ihtimaline doğanın hiçbir itirazı yokken bu eğitim sistemini yönetenlerin aklının ucundan bile geçmiyordu. Huxley daha iyi bir dünya için atılacak ilk adımın kadınları özgürleştirmek olduğunu söyledi. İçinde beyin olduğu için başlarında daha çirkin saçlar bitmeyecekti ya!"
Doğal seçilim, kapitalistler ve komünistler, beyazlar ve siyahlar, Naziler ve diğerleri tarafından ya da kendine hizmet eden ideolojik araçlar yaratmaya çalışanlar tarafından kötüye kullanılmıştır. Feministlerin Darwinci perspektifin erkek bilimciler tarafından matematik ya da devlet yönetimi konularında olduğu gibi kadınların kafasına indirilecek yeni bir sopa olmasından korkmaları gayet anlaşılır bir durumdur. Fakat erkekleri şiddete yönelten öfkeli hormonal dengesizlikleri onları modern devlete liderlik etmek için pek uygun adaylar haline getirmez; en azından Darwinci perspektif bunu ortaya koymaktadır. Eğer cinsiyetçiliğin önyargılardan ileri gelen bir yanılgı olduğuna inanıyorsak bunu bilimsel incelemelerle doğrulamalı ve bilimsel metotlar eşliğinde titizlikle incelenmesini onaylamalıyız.