Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Her şeyin fakir elbiseleri gibi lime lime , nem almış sıvalar gibi parça parça döküldüğü zaman ,yalnız sen varsın insan . Yalnız sen varsın . Yalnızlığımın , ihtiyarlığımın, sevimliligimin, egoizmimin ortasında daha dün şehvetle sarıldığım, kokusundan hazzettiğim ; Yıldızları , yandan carkliyi, derin suları , heykelleri, gotik binaları , ağaçlık tenha yolları , pek sevdiğim yeşil yeşil , kırmızı kırmızı , turuncu turuncu yanan işaret fenerlerini geride bırakıp , sana , yalnız sana aşığım.
"Kırmızı bir gül için ölüm," dedi Bülbül, "fazla ağır bir bedel. Hayat hepimiz için daha değerlidir. Yeşil koruluklarda oturmak, altın arabasındaki Güneş'i, sedef arabasındaki Ay'ı izlemek güzeldir. Yeşillerin kokusu, koyaklara gizlenmiş mor menekşeler, bayırlarda hışırdayan fundalıklar tatlıdır. Ama, sevgi, daha güzeldir yaşamaktan. Hem, bir insan kalbiyle kıyaslandığında, nedir ki bir kuşun yüreği?"
Reklam
Bir gemimiz vardır telli varaklı Yelkeni kırmızı yeşil direkli Mücahitler gelir aslan yürekli Mevlam nasip etsin bize karayı Evvel karayı sonra sılayı
Sayfa 351Kitabı okudu
"günün birinde bilimin yapay insanlar üretebileceğine de inanıyordu. Öyle kırmızı-yeşil ışıkları yanan, teneke sesli ahmak robotlar değil, bizim gibi gerçek, düşünebilen insanlar ! Hatta bu da yetmiyorrlu babama : Bütün insanların daha şimdiden, zaten böyle yapay varlıklar olduğunu düşünüyordu. "Biz capcanlı oyuncak bebekleriz", derdi sık sık."
Pan YayıncılıkKitabı okudu
Afrika’yı anlamak için dört rengi bilmek yeter. Sarı! Sıcağın rengidir. Yeşil! Her yeri kuşatmış olan ormanın rengi. Siyah! Karşında oturan benim derimin rengi. Ve kırmızı! Üzerinde oturduğumuz toprağın sahibi olabilmek uğruna dökülmüş kanın rengi…’
Sayfa 346Kitabı okudu
Bir saat evvel aralarında bir yabancı olan buğday başağı gibi sarı saçlı kız, şimdi onlardan biri. O da onlar gibi oyun meydanındaki fikir topunu kovalıyor... Miralay bu teşbihle472 azıcık sükûn bulmasa bile, teselli buldu. Gençler, ihtiyarlar, düşünenlerin hepsi muayyen bir hedefe beraber gidebilmek için çalışıyordu. Yalnız usulleri başka idi. Zehra, Saide’ye: — Mutlak yarın akşam Baltaların gece eğlencesine gelmelisiniz; Bayan Fıtnat, Calibe Hanım’a yaptırdığı meşhur kırmızı tuvaleti giyecektir. Bayan Balta da Olivya’ya diktirdiği yeşil esvabını giyecek. — Bayan Fıtnat’ın güzel bir kızı varmış. — Güzel mi bilmem ama, herhalde çok bayağı... Zevksiz ve budala. Tek marifeti vücudunu teşhir etmek. Giyindiği zaman varyete numarasına benzer. — O halde bizim oğlanlar için tehlike yok... Zehra başını sallıyor. Cinsiyet denilen bu ezelî tuzağın hangi şekli en kolay bir genci yakalayabilir? Bunu tespit etmek o kadar müşkül ki... Bakın Lâle’ye... Saide’ye onu göstererek:
Reklam
Biçimini iki kız baş başa vererek kâğıt üstünde çizmişler ve beraberce dikmişlerdi. Lâle de kısmen ucuz, kısmen de Poyraz Köyü snop kızlarını, bilhassa Zehra’yı düşünerek, kendine aynı biçim ve kumaştan esvap dikmişti. Hele kemerin kumaştaki sarı, kırmızı, yeşil renklere göre değiştikçe âdeta başka bir tuvalet olması muktesit Lâle’nin bütün bütün işine gelmişti.
Üstüm başım toz-toprak, Gözüm-gönlüm tüm çiçek. Beyaz, sarı, kırmızı, yeşil. Onu düşünüyorum; Kimseden saklanacak gibi değil.
Kahvede fakirden başka kimse yoktu. Pantolonlu hanım iskemlelere Eyüp oyuncağını yeni görmüş bir frenk çocuğu gibi baktı. Ahali bu tuhaf şeylerin üstüne nasıl oturuyor diye güldü. Sungur Bey seneye varmadan burada plaj mı nedir, nevzuhur bir deniz hamamı yapacağını söyledi. Sarı şemsiye şuraya, kırmızı şemsiye buraya... Kahvenin kendisi mor-yeşil... Yerlerin de üstüne kum dökeriz, diye hanıma anlattı durdu. Nihayet fakiri de gördü. İltifat buyurdu. “Sence köy halkının en çok neye ihtiyacı var baba?” dedi. Ben de, “Efendim, köy yalın ayak başı kabak, sarı-kırmızı şemsiye bizim için kel başa şimşir tarak gibi olur,” dedim. O, “Senin aklın ermez. Buraya plaj yaparsam akın akın paralı müşteri gelir, ahali para kazanır, gözleri dünya görür,” dedi. Ben, “Size âlem efendim, bu yeni şeylere bizim gibi köhnelerin aklı ermez,” dedim. “Aferin baba,” dedi, “her ihtiyar senin gibi düşünse, işi aklı erenlere bıraksa biz dünyanın en medeni milleti oluruz,” dedi. Ben de, “Efendim, bizim kadar medeni millet dünyada yok,” dedim. Kızacak sandım, fakat güldü. Hoşuna gitti. Uzun uzun sohbet ettik. — Ne konuştunuz? — Meraklı adam. Herkes hakkında malumat istedi. Bir hayli sizin korudan bahsetti. Sahiplerini sordu. Kızlardan biri: “Bu koca yerde bir tek aile mi oturuyor?” diye sordu. Pantolonlu hanım: “Âlâ hayvanat bahçesi olur,” dedi. Sonra...
Yürüyüşe çıkmadan Twitter'a bir göz gezdirir Kudüs'te lgbt sapkınlığını destekleyen bir yürüyüş yapıldığı haberini okur sokağa çıktıktan sonra karşıdan karşıya geçmek için hazırlanırken yeşil ışık yayaya yanmışken Range Rover'ın hızlıca geçtiğine şahit olur çünkü o Range Roverdır yeşil ışık kırmızı ışık ona sökmez yoluna devam eder biraz sonra okulun tam karşısında bir kaç adamın içki içtiğini görür 155 i aramak için biraz uzaklaşmayı bekler en sonunda kaçıncı kez karşılaştığını hatırlamadığı sokak köpeklerinden çeşitli manevralarla kurtulup eve sağ salim dönme çabasına çoktan girmiştir. Bir saatlik yürüyüşün özeti.
Reklam
Ahmet sigarasını bir düziye çekiyor. Hasan’ın ince yüzü bumburuşuk, gözlerini uykusu gelmiş bir çocuk gibi kırpıştırıyordu. Ahmet’in şaşılaşarak sigarasının ateşini seyreden gözlerinin içinde bir hülya – yat, koru, yalı sahibi milyoner Ahmet ve yeşil gözlü, saz gibi ince, peri gibi güzel karısı... Başından ayağına kadar ipek ve elmas içinde. Hasan’ın kırpışan gözlerinin arkasında başka bir hülya – uzun, iri, kıvırcık kara saçları omuzlarına dökülmüş, siyah gözleri tatlı şehla bir kadın. Gerçi arkasında ipek bir pijama var, fakat ellerinde hizmetçilik günlerinin, ağır emeklerinin vurduğu damgalar da var. Parmakları şiş, kırmızı, avuçları sert, geniş, kudretli eller. Fakat Hasan’ın omzuna dokunduğu, yanaklarını gül yaprakları okşar gibi, kıyamayarak sevdiği zaman temasları ipekten örülmüş bir rikkat timsali. Bu eller Hasan’ın anası Zeyno’nun. Hasan kitaplarının üstünde uyuklarken o ayaklarının ucuna basarak odasına gelir: — Gözünden uyhu ahir, soyha... derdi.
Koruda milyonlarca ağustos böceğinden mürekkep256 bir orkestra mütemadiyen257 ahenk yapıyor, zaman zaman kurbağalar baso tutuyor. Bir yaprak kımıldamıyor. Tepedeki mukaar258 mavi aynaya hohlamış gibi üstünde şeffaf, beyaz, nefis bulutlar uçuyor. Kampın altında açık yeşil gölgeler var. Altı genç durdular, etrafı dinlediler. Recep “dondurma yapacağım” diye kampta kalmıştı. Nerede? — O, yes, o, yes.. Bir kadın sesi, sonra birdenbire bir çark dönüyor: Vırrr... Altısı birden ayaklarının ucuna basarak levazım çadırının önüne gittiler, setten eğildiler, dereye baktılar. Havuzun kenarında Recep’in yanında bir kız oturuyor. Dereye dar hava geçidinden inen güneş kırmızı saçlarında pırıl pırıl yanıyor. Uzun bacaklarının arasına dondurma kutusunu sıkıştırmış, başı öne eğilmiş, çıplak, yanık kolları mütemadiyen çeviriyor. Recep elinde saat, dakika sayıyor. Anlaşılan nöbetle çalışıyorlar. Hasan tanıdı. Arkadaşlarına:
Kansızlığı ve kanamayı kan ilaçları, kan nakli ve çok yemek değil, 3 günlük açlıklar; hacamat; kan üretimine yardım eden yeşil yapraklı sebzeler, hurma, pekmez, kuru üzüm , sirke ve kırmızı pancar tedavi eder.
Orhan Kemal’in Güzel Anısına
işten çıktım sokaktayım elim yüzüm üstümbaşım gazete sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson sokağa çıkmak yasak sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.