Farklı bir kitaptı benim için. Girişte, gelişmede ve finalde de hep bir zorlama ile okudum diyebilirim. Yazarın anlatımı değişik geldi. Diğer kitaplarını okumadım gerçi. Fındık kabuğu adlı eser kaba taslak olarak bir annenin karnındaki bebeğin, kendi iç aleminden dünyayı görerek, okuyuculara aktarması diyebilirim. Anne, baba ve babanın kardeşi arasında dönen bir ihanet zinciri. Spoiler yoktur. Zaten başta da belli. Annenin kayınbiraderi ile aşk yaşaması ve babanın bu olaydan maddi ve manevi etkilenmesi. Doğmamış bir cenin -ben bebek diyorum- bu olayları görerek, duyarak, ve yaşayarak farklı bir ruh haliyle bizlere yansıtıyor.
Aslında kapakta da belirtildiği üzere Shakespeare'in Hamlet de nasıl bir komplo düzeni gördüysek, nasıl içimizi kemirdiyse, bu eserde de başka bir kurgu ile uyarlandığını görüyoruz. Yazar, evlilik ve ebeveynlik durumunda insanların nasıl bir özveri ile ayakta durmasını, eğer ki bunu başaramazlarsa, hatanın veya durumun en güzel ve kolay yoldan nasıl çözüleceğini ortaya koymaya çalışıyor. Bir de işin içine polisiye girmiş gibi yorumlar olmuş ki alakası yok. Derim ki bu eser klasik edebiyat literatüründe.
Son olarak bir bebeğin ağzından olayları duymak, onun verdiği hassasiyeti hissetmek gerçekten güzeldi ama beni doyurmadı. Doyurmadığı için de sevemedim. Belki bu bir cinsiyet karmaşası olduğu için belki de asla bir annenin ve rahmin içinde neler döndüğünü bilemediğim için. Bu duygulardan yoksun olmak, kitaba soğuk olmamı gerektirir mi emin değilim? Bunu kadınlara, 9 ay boyunca bir yavruyu ezmeden, düşürmeden koruyan annelere sormak lazım...