Kitabı okurken sebepsiz aklıma bir anım geldi. 9-10 yaşlarındayım babama küsüp gidip mutfakta yere oturuyorum. O zamanlar sobalıydı yaşadığımız ev, buz gibi mutfak zemininde oturup kuruyorum kafamda çocukça.. Babamın küskünlüğümden haberinin bile olmadığını akıl edemiyor, yanıma gelsin de gönlümü alsın diye bekliyorum.
Bu kitabı okuduğum süreçte de o his, o anı belirdi hep aklımda. Biri yanına gelsin diye bekleyen ama birini çağırmayı akıl edemeyen küçük kızların, yalnızca bir odası sıcak evlerin, gurur diye bir şeyin varlığını ancak biri kırdığı zaman fark eden insanların o rahatsız edici hissi..
Babama küs kalamazdım, gönlümü almasını beni sevmesini bilirdi ama ya gönlü alınmamış gönlü hep onda kalmış, kurumuş, çatlamış, çorak kalmış o çocuklar..
Çok dağıldı kafam ama öykülerde bunu istiyordu sanki. Açıkçası ilk öyküyü okurken ben ne okuyorum, neden bahsediyor, hiç bir şeyi takip edemiyorum, anlamıyorum diye düşünmüştüm. Yazarın üslubu kesinlikle herkese göre değil. Kitabı bitirdiğim de sevmiş olmama rağmen hala tam olarak vakıf olup anlamış olduğumu da düşünmüyorum. Sadece bir his verdi bana. Anlayabildiğim, üzerine düşünmek istediğim cümlelerini çizdim. Okuma tecrübem biraz daha geliştiği zaman tekrar okumalıyım belki de bilemiyorum..