Onlar daha sakin ve huzur dolu hislerle yaşarken, benim hislerim gittikçe karmaşıklaşıyordu. Bilgimi artırmak, ne sefil bir serseri olduğumu daha da iyi anlamamı sağlıyordu.
"Bu gözlere baktıkça, bu erimiş ellere dokundukça, bağışlamak zor," dedi Heathcliff. "Öp beni yine, gözlerini de gösterme! Bana yaptıklarını bağışlıyorum. Ben kendi katilimi seviyorum; ama seninkini, onu nasıl sevebilirim?"
Etrafındaki her şey, bayatlamış sebzelerin ve sabunlu suların kokusu, ablasının pasaklı hali ve Bay Higginbotham'ın alaycı suratı rüyaydı aslında. Asıl dünya onun kafasının içindeydi ve yazdığı hikâyeler, birçok parça halinde zihninden çıkan gerçeklikti.
Catherine, “Biliyorum,” dedi, “huyu kötü, sizin oğlunuz. Ama benim bağışlayan, iyi bir yaradılışım olmasından hoşnutum. Sonra, biliyorum ki beni seviyor, ben de onu seviyorum. Mr. Heathcliff, oysa sizi seven kimseniz yok; bizi ne kadar zavallı yaparsanız yapın, bu acımasızlığınızın bizimkinden daha taşkın olan kendi acınızdan geldiğini düşünerek yine öcümüzü alacağız. Siz bir zavallısınız, öyle değil mi? Yalnızsınız, tıpkı şeytan gibi; ve onun gibi kıskançsınız. Kimse sizi sevmiyor, öldüğünüzde arkanızdan kimse ağlamayacak! Ben sizin yerinizde olmak istemem!”
Bedenimiz bahçemizdir, irademiz de bahçıvanı, ister ısırgan dikersin, ister kekik, ister hıyar yetiştirir, kabak ekersin, bahçeni ya tek bir bitkiye ayırabilirsin ya da bir sürü çiçekle doldurabilirsin, yeter ki sen iste! Bahçenin kısır kalması da senin elinde, verimli, bakımlı olması da. Bunların hepsi irademize bakar. Neyse ki, duygularımız mantığımızla dengelenmiş. Yoksa damarlarımızdaki şu azgınlık, içimizdeki şu şehvet düşkünlüğü bize ne oyunlar oynardı.
Gel kardeşim rüzgâr,
O yabani köpek beni ısıracak.
Gel kardeşim rüzgâr,
Niyeti beni parçalamak...
Es artık es,ayaklan artık rüzgâr,
O yabani köpek beni ısıracak.
Ormanı,denizi aş da gel,
Niyeti beni parçalamak...
"Portuga!"
"Hı..."
"Ben senin yanından bir daha hiç ayrılmak istemiyorum,biliyor musun?"
"Niye?"
"Çünkü dünyanın en iyi insanı sensin. Senin yanındayken kimse bana zarar veremiyor ve kalbimde mutluluk güneş gibi parlıyor."
Ancak,sevgili çocuk,dedi yağmurdan ıslanmış kollarını boynuma dolayarak, bana ihanet etseydin, ne ayakta ne yatakta olurdum ne arkasında uşaklar bulunan bir arabaya biner ne de Charlemagne arazilerinde ya da dünyanın herhangi bir ülkesinin arazilerinde gezinirdim, ne yatağıma uzanır ne de atalarımın çatısına sığınırdım! Artık yaşamazdım. Ben kadınların aşktan öldükleri Lancashire'da doğdum. Seni tanımak ve bırakmak! Seni ölüme bile bırakmazdım,çünkü ölüme seninle giderdim.
Ulu Tanrım! Ya akılları başlarında değilken ya da akıllarını kaybettikten sonra mı mutlu olmaktır insanların yazgısı! — Zavallı adam! Hüznünü, seni sararıp solduran akıl karışıklığını kıskanıyorum! Kraliçene çiçek toplamak için dışarıya çıkıyorsun — hem de kışın ortasında — bir tane bile bulamadığın için üzüntü duyuyorsun ve niçin bir tane bile bulamadığını kavrayamıyorsun. Ya ben ne yapıyorum? — ümitsiz, amaçsız dışarıya çıkıyorum, nasıl çıkmışssam öyle eve geri dönüyorum.