Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çalışmak
Çalışmadan geçinenler Bizden değildir. Hacı Bektaş Veli (k.s) Çalış, kazan, ye yedir, bir gönül ele getir, Yüz Kabe'den yeğrektir, bir gönül ziyareti.
324 syf.
8/10 puan verdi
Tanrı lütfu a.ş. hikayesi
Yazarın 4. kitabı oldu okuduğum, başlarda sıkıldım seçim ve siyaseti sevmediğimden, sonra yazarın bölümleri tek bir paragraf anlayışı, virgülden sonralarının bütünleştiği, kişiler ile diyalogları bir tümün parçaları anlayışını seviyorum, kimseyi ayırmıyor anlatmak istediğini parçalamadan ortaya koymakta başarısı ile kitap okunmaya değiyor. Pek çok
Görmek
GörmekJosé Saramago · Kırmızı Kedi Yayınları · 202217,9bin okunma
Reklam
Her ülkenin, milletlerin, bireylerin karanlık, umutsuz, çaresiz zamanları tarih boyunca olmuştur ve olacaktır. Aydınlığa ve refaha olan susamışlığın kana kana içilerek giderildiği bir toplum ve ülke olan Finlandiya'nın tüm dünyaya kısacık bir seslenişidir bu eser. Baskı ve başkalarının idaresinden kurtularak yakılan özgürlük meşalesinin yakıtı olarak kullanılan akıl ve bilim ile bir millet adeta yeniden doğar. Eğitime verilen ağırlık ile köylünün de kentlinin de aydınlatılmasıyla dini, idari, eğitim ve öğretim kurumlarının ıslahıyla köhnemiş fikirlerin, dogmaların bir kenara bırakılıp berrak zihinli bireylerin inşasının sürecine tanıklık ediyoruz okurken. Disiplin, iş ahlakı, adalet ve erdem, ahlak gibi kavramları ilerleyişin ve aydınlanışın birer vesilesi kılan Fin halkı bugün yüzde yüz okur oranı ile kendini geliştirmiş bir ulus olmuştur. Tarım, ekonomi, politika gibi çok yöne her açıdan değinen bu kitap uygarlaşmanın yollarını arayan milletlerin önünde bir rehber olma vazifesini de üstlenmiştir.
Velayet-i Fakih (Fakih’in velayeti veya yönetimi) ilkesi İran İslam Cumhuriyetinin temelini teşkil eden kuruma ve kurumun başında bulunan Veliy-i Fakih’e işaret eden bir kavramdır. Fakihlerin yönetimi teorisi, esas olarak Şii İslam anlayışı ile Sünni İslam anlayışı arasındaki temel farktan ve Şiiliğin Sünnilikten ayrıldığı noktadan mülhem ortaya
Sayfa 52 - Velayet-i Fakih: Makam-ı Muazzam-ı Rehberi (Büyük Önderlik Makamı)Kitabı okudu
Müslümanca düşünmeyi yeniden keşfetmek
1000kitap.com/yazar/celal-fed... Türkiye’de İslamcılar, Batılıların, Müslümanca düşünme ve yaşamayı siyasî bir proje olarak resmedip insanların ondan uzak durmalarına bir çözüm üretemediler. Bu nedenle de dünya üzerinde hakkını aramak için mücadele eden her Müslüman, ‘cihatçı’ olarak resmedilip yaftalandı. ‘Cihatçı’ dediklerini
Niçin Tüm Peygamberler Ortadoğu'dan Gönderilmiş?
Bu soru aslında kendi bünyesinde bir temel kabulü barındırıyor. O da şudur: Sanki biz bütün gönderilen peygamberleri biliyor ve tanıyoruz. Ve insanlık tarihi boyunca Allah'ın hangi yöreye ve kavme hangi peygamberleri gönderdiğinden haberdârız. Oysa biz bugün sadece Kur'ân'da bahsedilen peygamberlerden haberdarız. Onların dışında gönderilmiş olan bir rivayete göre yüz yirmi dört bin (181) en doğru görüşe göre ise (182) sayılarını sadece Allah'ın bildiği kadar çok peygamber gönderildiğini biliyoruz. Bu peygamberlerin ise hangi yörelere ve kavimlere gönderildiğine dair elimizde hiçbir bilgi yok. Kur'ân-ı Kerîm bu konuda bizlere "Her topluluk için bir yol gösterici vardır "(183) , "Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur."(184) gibi ayetlerle umumi manada bir bilgi vermektedir. Buna göre tarihte yaşamış olan ve toplum olma hüviyetini kazanan her kesime bir peygamber gönderilmiştir. Fakat bu peygamberlerin tamamının isimleri ve haberleri bizlere aktarılmamıştır. "Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. (185) âyet-i kerimesi de bu gerçeğe dikkat çekmektedir. O halde sorunun üzerine bina edildiği mantık çökmüş olmaktadır. Demek ki tüm peygamberlerin orta doğudan gönderildiği iddiası temelsiz bir iddiadır.
(181) Hakim, el-Müstedrek, No: 2/288, No: 3039. (182) taet-Teftazâni. Mes'ûd b. Ömer, Serhu'l-Akaid, Thk: Ali Kemal, Daru lhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, s. 128. (183) Ra'd, 7. (184) Fåtır,24. (185) Mümin, 78, Ayrıca benze
Reklam
Anayasal yönetime geçen Türkler, diğer unsurların yapısını bozmak ve kendi yönetimleri için tehlike olacak şeyleri bertaraf etmek maksadıyla bir Türkleştirme [tetrîk] politikası izlemeye başladılar. Türkler bunu yaparken, İmparatorlukta İslâm’ı kabul eden diğer unsurların kendile­rinden kalabalık olduğunu farketmişlerdi. Bundan sonra her millet içinde çeşitli partiler ve kulüpler kurularak hak talebi için mücadeleler başladı. Osmanlı meclis seçimlerinde sadece Türk veya İttihatçı olanların seçilmesi için Türklerin İttihat ve Terakki Fırkası baskı uyguladı. Bu baskılar sonucunda Araplar ve imparatorluğu meydana getiren diğer milletler yok ol­ma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını anladılar. Arnavut­luk’ta, Dürzi dağlarında ve Kerek’te ayaklanmalar çıktı. Arap ayaklanmaları meşhur Sami el-Farukî Paşa tarafından bastı­rıldı. Asîr’deki ayaklanma, Mekke şerifi Hüseyin b. Ali tarafın­dan bastırıldı. Yemen ayaklanması ise önce Müşir Abdullah Paşa, ardından Müşir İzzet Paşa tarafından bastırıldı. Şerif Hüseyin o dönemde Osmanlıya bağlıydı. Osmanlılar'ın üstünlüğünü kabul ediyor ve devletin bekasını, sonucu bi­linmeyen bir parçalanmaya maruz kalarak yıkılmasına tercih ediyordu. Bu düşüncesi, İttihatçıların kendini beğenmişlikleri zirveye ulaştığını ve Arapların kendini beğenmiş, haddini bil­mez ve kendilerinden başka herkesi hor gören Türklerden ay­rılmasının zarurî olduğunu görene kadar devam etti.
Sayfa 223Kitabı okudu
Atatürk:
'Türkler İslam dinini kabul etmeden de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil et- melerine tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin amacı, bütün milliyetlerin üzerinde, hepsini kapsayan bir ümmet siyaseti idi. Peki bir ulus olmak niçin bu kadar önemli idi? Çünkü 'çağdaş toplum olabilmenin ilk koşulu, uluslaşma aşamasını geride bırakmaktı. Üstelik 'ulus' olma, aynı zamanda 'demokrasi'ye geçebilmenin de bir ön koşulu idi. Aşiret, boy, kabile aşamasını geride bırakmadan çağdaşlaşabilmek, demokratik bir toplum oluşturmak olanaksızdı." (s.47)
Sayfa 196
Devletin Değil Irkların Geleceğinin Korunması...
İktidar kanuni yolların dışına çıkmadıkça, ona karşı mücadele de kanuni yoldan olmalıdır, fakat iktidar kanun dışı yollara başvurursa aynı şekilde karşılık vermekte tereddüt edilmemelidir. Fakat unutmamak lazımdır ki, insanların varlıklarının en büyük gayesi devletin değil, ırklarının geleceğinin korunmasıdır. Bir ırk imha edilmek, bir yerden çıkarılmak tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, kanuna uymak meselesi ancak ikinci planda bir rol oynar. Bu durumda mevcut iktidarın tamamen kanuni yollara başvurmuş olmasının pek önemi yoktur. Zulme uğrayanların içgüdüsü, her araca başvurarak yapacakları mücadele için en büyük mazeret olur. Bu dünyada iç ve dış esaretten kurtulmak için yapılan bütün mücadeleler -ki tarihte bunun harika örneklerine rastlanır, bu prensip dairesinde yürütülmüştür. İnsanların hukuku devlet hukukundan üstündür. Bir millet, insan hakları için giriştiği mücadelede mağlup olmuşsa, kader onu terazisinde tartmış, bu dünyada var olma saadetine erişemeyecek kadar hafif bulmuştur. Çünkü geleceği için mücadeleye hazır olmayan veya buna gücü yetmeyen bir millet, Allah tarafından ebediyen yok edilmeğe mahkum edilmiştir.
208 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
Dikkat spoiler içerir. Yazarın genel olarak AKP ve dindarlığa eleştirilerini içeren yazılar bütünü. Kendisi de yıllarca bu camiada kaldığı ve sonrasında bu eleştirileri yaptığı, her hangi bir menfaati görünmediği için daha önemli oluyor. 2007-2009'a kadar iyi işler yapan AKP'nin sonra demokrat olmaya bir dur demesi ve daha otoriter bir hal alması, bu vakte kadar onu destekleyen batının sonra korkması, ama insanlarda bizi Batı'nın çekememesi olarak algılanması, 17 Aralık operasyonu ve 30 mart seçimlerinden sonra bir AKP yetkilisinin bile durumdan rahatsız olduğunu belirtip istifa etmemesi, bunun gerçek dindarlar nezdinde büyük bir prestij kaybı olması, Fetullah Gülen ekibi ve AKP arasındaki savaşta bir haklı olmaması, ikisinin de yöntemleri farklı olmasına rağmen aynı amaca sahip olması, belli bir süre sonra Tayyipist olmayan kimsenin barınamaması anlatılıyor. Ayrıca Kürt, Alevi için Açılım yapılıp uzun uzadıya konuşulurken, dindarlar için hemen çözüm üretilmesi, Aliya İzzetbegoviç'in din eğitim ve millet hakkındaki yorumları, insanların demokrat olmaması, eğitim sistemi rezil haldeyken sadece imam hatip okullarının konuşulması, CHP'nin daha muhalefet bile olamamışken iktidar olma hevesi, Demirtaş ve Kürt hareketinin geleceği gibi konular da ele alınıyor. Bazı yerlerde tekrara kaçsa da bir solukta okunan bir kitap.
Şatafatlı Mağlubiyet
Şatafatlı MağlubiyetLevent Gültekin · Doğan Kitap · 2015151 okunma
Reklam
Karşındakini yargılamayı bırakırsan ‘bana zarar verdi’ yargısından kurtulursun. ‘Bana zarar verdi’ yargısından kurtulursan zarar dediğin şeyden de kurtulmuş olursun. İyi de ben güçlü filan değilim ki! Böyle vir vir vir konuştuğuma bakma. İnsan başka çaresi olmayınca öyleymiş gibi yapıyor.” “Bazen insan, konuştuğu kişi daha ağzını açmadan neler
Türk toplumunun zâten cumhuriyet, din, laiklik ve demokrasi gibi kurucu temel kavramlar konusunda kadim bir kafa karışıklığı yaşadığı mâlûmdur. Bu kafa karışıklığının ahlâkî ölçütlere de sirâyet ettiği ve -üzücü ama söylemek gerek- millet olma vasfı kazandıran bu değerler silsilesinin tel tel çözüldüğü görülmektedir.
Sayfa 14 - Kubilay kavakKitabı okudu
üçüncü ve en kuvvetli itikadı da padişah düşmanlığıydı. ''Artık millet işi eline alsın,'' derdi. Fakat millet kimdir, işi nasıl eline alır buna dair hiç efkarında vuzuh yoktu. Herhalde elinde silahla düşmanlarla boğuşmayanları kim olursa olsun milletten saymıyordu. efkar: düşünce vuzuh: açık olma durumu
Sayfa 98 - Can YayınlarıKitabı okudu
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.