Tekrar merhaba 1k ailesi...
Evet zülfü livaneli'yi müzik sanatı dalında seviyorum, hem de çok ama edebiyatta bir türlü o'na kanım kaynamadı, o'nu sevemedim... bende her sanatçıda kendine has hünerleri beğenme arzusu var; misal moğollar grubu gibi, yaşar kemal gibi... demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi? Zülfü livaneli'nin okuduğum 7 kitabından sadece serenad'ı beğendim, ki zaten O gerçek bir tarihi katliam olan struma faciasını, içine aşk acısını katarak çok güzel anlatmıştı bize... neyse şimdi şunu dersiniz, medoş zülfü livaneli her kitabında toplumsal sorunları dile getiriyor, ki bu kitapda askeri darbe ve yurtdışına göçler, mülteciler anlatılmış; evet, haklısınız derim, ama yüzü koyun dile getiriyor... ben özet geçmeden, detaylarıyla edebiyatı irdeleye irdeleye bize sunmasını istiyorum... sayfalarını içimize çeke çeke okumak, her sayfada cümlelerin altını çize çize... şimdi de şunu dersiniz; medoş bu eleştiriyi yapıyorsun, peki neden şimdi bu elinde tuttuğun kitabını okudun? Cewap vereyim; yıllar önce aldığım bu kitap, cânim kitaplığımın en üst rafında okunmadı olarak kalmasın diye... Evet kitap güzeldi ama yıllarca yayına sunulması için uğraşılan ve 51 kez basılmış bir kitap, bu kadar hafif ve basit olamaz bence... sevgilerimle, iyi tatiller ;)
Vaktiyle Moğollar İslam dünyasını işgal etti, büyük katliamlar yaptılar. Abbasi Halife’sini keçeye sarıp atlarla çiğneyerek katlettiler, şehirleri yakıp yıktılar, kütüphaneleri sulara verdiler... Ama netice de bir tohum tanesi gibi Söğüt’den yeşerip koca bir çınar olduk. Peki ya bugün bu biyolojik işgalleri, bu fıtri yıkımları nasıl def edeceğiz? Bozulan fıtratlar, hormonlar, tabiat nasıl düzelecek? Bina değil ki enkazı kaldırıp yeniden yapasın, kitap değil ki yenisini yazasın. Nasıl bir çıkmaza girdik. Müslüman kardeşlerimize Filistin’de Gazze’de topla tüfekle saldıran , burada bize başka şeylerle saldırıyor ve oldukça da başarılılar maalesef. Sadece Müslümanlar değil, sadece insanlık değil bütün mahlukat eriyor adeta ve biz birşey yapamıyoruz.
Vladimir Bartol’un yazdığı Fedailerin Kalesi Alamut, dünya edebiyatında önemli bir yer tutar. Kitap, Orta Çağ İran’ında geçen bir tarihi roman olmasına rağmen, günümüzde de ilgiyle okunmaktadır. Peki bu kitap neden bu kadar önemlidir? Bu incelemede, Fedailerin Kalesi Alamut kitabını ve yazarı Vladimir Bartol’u yakından tanıyacağız.
Kitap
Birdenbire
Ateş ve duman
Feryad-ı figan
Sanki elele
Geliyor habire
Üstümüze, üstümüze
Canlar, sazlar
Kan oldular
Kesildi teller
Durdu nefesler
Ama hala
Dimdik ayakta
Ayaktalar
Moğollar
Orta çağdaki Hıristiyan keşişlerin, sevgi, dostluk, vefa ve sabır dini olan Hıristiyanlık ve barış ve affın timsali olan İsa (a.s) adına işledikleri cinayetleri, Moğollar rüyalarında bile işlememişlerdir.
Birkaç yüz sayfaya sığan kocaman bir tarih..
İyi ki okudum, iyi ki tanıştım o güzel karakterlerle diyorum.. Tadı damağımda kaldı..
Bu kitabı okurken bu kadar dolu olabileceğini tahmin etmemiştim. Kitap 4 bölümden oluşuyor. Ve Ömer Hayyam ana tema olarak işlenmiş görünse de içerisinde Hasan Sabbah ve tarikatı, Nizamülmülk, Selçuklu Devleti, Moğollar, Melikşah, İran reformları ile devam edip Titanic gemisiyle son buluyor. Sonu beni gerçekten üzdü.
Olay örgüsü Omar'ın ağzından okuyucuya sunuluyor. Yazar büyük bir emek sarf etmiş ve dilinin anlaşılabilir olması okuyucuyu hiç yormuyor. Aslında her şey Ömer Hayyam'ın Rubailerini yazıya dökmesiyle başlıyor ve bir yabancının anne babasının Hayyam aşkıyla oğullarına Omar adını vermesiyle devam ediyor. Omar kendi ismine neden olan bu adamı araştırmak ve o el yazısına ulaşmak için kendi çok farklı ülkelerde bir iç çatışmanın içerisinde buluyor. Yolu Osmanlıdan da geçiyor. Yazar ritmi hiç elden bırakmamış. Bu da okuyucuyu bir sonra ki sayfaya çevirmeye zorluyor hemde büyük bir zevkle :)
Şimdiye kadar bu eseri okumadıysanız eğer daha fazla vakit kaybetmeden başlayın derim.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
SemerkantAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202061,5bin okunma
Kudüs, Halife Ömer zamanında 638 yılında İslam devleti tarafından alınmıştır. 7. ve 8. yüzyıllarda Indüs'ten Pireneler'e uzanan görkemli bir imparatorluk kuran Araplar, en parlak zamanlarını 809 yılında ölen Halife Harun Reşid zamanında yaşamışlardir. 10. yüzyıllarda uygarlıklar gelişmeye devam etse de siyasal olarak İranlılara ve Türklere karşı
Ortadoğulular olarak bu geri kalmışlığımız ile ilgili sorular soruyoruz. Doğru soru "Bunu bize kim yaptı?" değil de "Neyi yanlış yaptık?" ve "Nasıl düzeltiriz?" soruları olmalı.
* * *
"Bunu bize kim yaptı?" sorusuna Ortadoğulular farklı cevaplar sundu. Sırasıyla Moğollar, Yahudiler ve Amerikalılar günah keçisi ilan edildi. Araplar Türkleri suçladı, Türkler Arapları.
* * *
Bilim ve laiklik ışığında gelişen Batı'yı takip etmeye çabalasak da bu takibe biraz geç başladık. Batı çok yol katetmişti ve biz hala sosyal eşitsizliği, dinin bilim önündeki duvarını ve batılılaşmanın yozlaşmak olmadığını çözmeye çabalıyorduk.
* * *
Kitap gerçekleri yüzümüze vurma açısından güzeldi. Rahatsız olduğum tek nokta Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran; batılılaşma ve modernleşme anlamında çağ atlatmış Mustafa Kemal ATATÜRK'ün kitapta oldukça az bahsinin geçmesi ve kısa zamanda büyük zorluklarla yaptığı onca devrimin sanki zamanla kendiliğinden gerçekleşmiş gibi hissettirilmesi oldu.
Hata Neredeydi?Bernard Lewis · Kronik Kitap · 20201,677 okunma
Celaleddin Harzemşah'ın hayatına olan merakım, geçen sene tarih dersinde işlediğimiz Anadolu Selçukluları ile Harzemşahlar devleti arasında yapılan Yassıçemen Savaşı ile başlamıştı. Bu savaş Harzemşahların mağlubiyeti ile sonuçlanmıştı. Diğer taraftan şuan ekranlarda "Bozkır Aslanı Celaleddin" dizisi ile karşımıza çıkan Celaleddin'ini
Moğollar Arap medeniyetini yıkmadılar; bu medeniyet Moğolların ortaya çıkmasından çok önce çökmeye başlamıştı. Moğollar İslâm medeniyetini de yıkmadılar. Onların idaresi altında bu medeniyet -İranlaşmış bir biçimde- yeniden çiçeklenmiştir. İslâm medeniyeti çökmemiş, Bozkır kavimlerinin gelişiyle yeni bir şekil almıştı. Bozkırlıların Ortadoğu'ya yaptıkları büyük göçler, Onuncu yüzyılda Moğolların fetihlerinden önce başlamıştı. Bu tarihte Orta Asya'nın Türk kabileleri Jakartları aşmışlar ve batıya doğru fetihlerine başlamışlardı. Bu fetihler, son Bozkır fatihlerinden Timurleng'in ölümüyle sona erer (1405).