Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çok genç ve safken arzulanan genç kızın, aklı ve düşünceleri olgunlaşıp, kendini dünyayı fark ettikten sonra tehlikeli ve düşman sayılması neden? Neden akıllı kadınların ancak nine olunca saygı görebilmeleri? Nedir kadının yaratıcı ve entellektüel zakasına karşı bu kıyıcı küçümseme? Nedir,nedir dişi cinsiyete bu dayatma, bu hor görme, bu ille kontrol etme hırsı ve çok derindeki güçlü kadın sevmezlik? Yeryüzü uygarlığı, kadını kadınların çizmediği daracık bir alana hapsetmek konusunda neden hiçbir konuda olmadığı kadar kararlı ve büyük bir dayanışma içinde? Niçin bütün dinlerde negatif ve şeytan enerjileri dişil özelliklere bağlanıyor da savaşları, soykırımları, silahları ,bombaları kadınlar yaratmıyor? Neden imparatorlar, tarihçiler, şehirciler ve peygamberler hep erkek? Kadın kime göre eksik, neye göre tehlikeli, zayıf ve duygusal? Eğer ideal kadın modelinin yalnızca bir zevk, hizmet, itaat ve üreme makinesi olarak işlev görmesi ve sonsuza dek de böyle kalması konusunda uluslar arası bir konsensüs varsa, neden kadının kafasına beyin, göğsüne kalp konularak yaratılmış olduğu konusunda bir açıklama yapılmıyor? Aslında bir adı da "kadın korkusu" olan bu şiddet hangi yüzyıla dek devam edecek? İnsanlığı daima ikiye ayıran bu zulüm barikatlarını kırmak ve bölücü nefreti yıkmak için kaç yüzyıl daha bekleyeceğiz? Kırılıyoruz, yok oluyoruz, kaybediyoruz. Çünkü aslında kazanan taraf yok! Çünkü ruhun cinsiyeti yoktur ve asıl üzücü olan budur.
Sayfa 449Kitabı okudu
Bizi ne çok şey yaralıyor! ama hangisi daha ağır, hangisinden daha çok kan kaybediyoruz! Verilen sözlerin tutulmaması mı, yoksa verdiğimiz sözleri yerine getirememek mi daha derin bir yara açıyor. İleri sürülen mazeretlerin asıl neden olmadığını fark etmek mi, mazeretlerimizin altındaki nedeni bilmek mi daha çok acıtıyor? Sevgi kelimelerinin üzerimize yağan oklar olduğunu görmek mi, sevgi sözcüklerimizin üzerimize yağan oklardan bizi koruyan bir kalkana dönüştüğünü bilmek mi daha çok sarsıyor. '' Dua edin'' derken dua edilmeyecek olduğunu bilmek mi, ''Dualar müşterek'' cevabını aldığımızda duaya iştirak etmeyeceğimizin farkında olmak mı kanatıyor!
Sayfa 12 - Şule YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Hayat; bir nefsu ğruna, hep eğlenmek, dalga geçmek, yalanların arkasına sığınıp güzel olan şeyleri de kıymetini bilemeyip kullanıp, öldürmek değil ki! Her şeyi, herkesi aynı kefeye koyup, mutlu olma şansından vazgeçmemeliyiz. Nereye kadar… Neden korkuyoruz?Sevmekten mi? Sevilmekten mi? Nereye kadar gerçeklerden kaçabiliriz ki… Zaman dediğimiz nereye kadar? Kaybedene kadar mı? Eğer niyetin kendini tatmin etmek, kullanmak değilse… Haydi, sen kazan! Eğer gerçekten seviyorsan, zaman kaybetme. Zaman derken elimizdekileri kaybediyoruz… Sevdiğini Söyle! Ve Kazan! Mutlu olmayı… zamanı sen kazan!.. Bir ‘Seni seviyorum/ demek hiçbir şey kaybettirmez, ama çok şey kazandırabilir. Bazen bir ömrü bile! Haydi şimdi, en azından bir telefon edip sesini duy… Kaybedebileceklerini düşün. Ya da kazanabileceklerini… Niye ‘Keşke’ler yerine, ‘İyi ki’leri söylemeyelim?..
Pencere önünde duran ve dört gün evvel ev sahibesinin hediye ettiği küçük saksıdaki sümbüle doğru eğildi. Onu kokladı... İrkildi... Çekildi. Düşündü... Ağlayarak tekrar saksının üstüne kapandı... kaldı. Sağ avucuyla çiçeği yüzüne, gözüne çekti, sürdü. Yine kokladı, kokladı. Dimağında bir baygınlık, gönlünde bir aşk, bir secde istiğrakı vardı... Kendisini kaybetti. Bu sırada kapı vurulmuştu. Dudakları çiçeğin kıvrımları arasında olduğu halde mecalsiz "gel!" dedi. Karşısında Mehmed Siyavuş'u buldu. Hemen saksıyı kavradı. -Şunu kokla, kokla Mehmed! Dedi. Mehmed Siyavuş arkadaşının perişanlığından, heyecanından ürkmüştü. Yavaşça içini çekti. -Hayır, iyi kokla! Derin kokla! Gözlerini kapayarak kokla! Koklarken gözlerinin önüne ne geliyor? Neresi geliyor? Söyle, Allah aşkına bütün ruhunla, bütün nefesinle kokla!... Arkadaşının yüzüne doğru çiçeği tutuyor, itiyordu. Mehmed Siyavuş: -İstanbul kokusu! -Değil mi? Değil mi? Fakat neden böyle? -Hani Mart için, Nisan, Mayısta Köprübaşı'nda, ufak köşelerinde geniş işportalar, kola takılan ince uzun sepetler içinde laleler, zerrinler, şebboylar, menekşeler "bahariye kokuları!" diye bağıran kara yağız, bıçkın kıyafetli satıcıların önünde demet demet saçılan bu rahiyalar... Beşiktaş'ın, Eyüb'ün fulya tarlaları kokuları... Ruhani bir medeniyet, kudsi bir nezaket kokuları. Ah! Vatan! "Misk gibi kokusu canlarda tüter." Güneşi böyle, göğü böyle kokar değil mi? Viranesi böyle, ma'muresi böyle kokar. Sarayı böyle, kulübesi böyle kokar değil mi? Fakat bu mübarek bahçe elimizden gidiyor, İstanbul'u kaybediyoruz.
Televizyon haberleri "tekrar etmek" ve "telaşa vermek" üzerine kurulu. En sıradan haber bile öyle bir "eyvah paniiiiik!" duygusuyla veriliyor ki, ekran karşısında gerim gerim geriliyoruz. Her an bir skandal, her saniye bir "flaş flaş flaş" bekliyoruz. Dünyaya az sonra bir meteor çarpacak duygusuyla yüreğimiz
SİLİNDİR ŞAPKA
Bir düşünce deneyi yapalım. Bir sabah anne, baba ve belki 2-3 yaşındakı Thomas mutfakta kahvaltı ediyorlar. Birdenbire anne sofradan kalkıp mutfak tezgahına doğru dönüyor ve baba tavana doğru yükseliyor. Sence Thomas bu duruma ne diyecektir? Belki parmağıyla babasını gösterip “baba uçuyor” der. Thomas tabi ki şaşıracaktır ama o hep şaşırmaktadır zaten. Kahvaltı masasının üzerinde uçmak onun gözünde pek önemli bir şey değildir. Babası her gün küçük bir makine ile tıraş olmakta, bazen dama tırmanıp televizyon antenini oraya buraya döndürmekte veya başını arabanın motoruna sokup simsiyah dışarı çıkmaktadır... Şimdi sıra anneye geldi. Thomas’ın ne dediğini duydu ve arkasına döndü. Ne dersin, masanın üzerinde uçan babayı görünce nasıl bir tepki gösterir acaba? Öncelikle elindeki reçel kavanozu yere düşer ve korkudan bir çığlık atar, ya da belki: “Masada nasıl oturulacağını öğrenemedi gitti şu adam!” der. Thomas ve annesi neden bu kadar farklı tepkiler gösteriyorlar? Bu bir alışkanlık sorunu. Anne insanların uçamayacağını çoktan öğrenmiştir. Ama Thomas bu dünyada neyin mümkün olup neyin olamayacağından henüz emin değildir. Görünen o ki, çocukluğumuz sırasında dünyaya hayret etme yeteneğimizi kaybediyoruz. Ama bu sırada çok önemli bir şeyi de kaybetmiş oluyoruz.
Reklam
Artık Kazanan Kadın, Kaybeden Erkek. Peki neden kaybediyoruz? Çünkü dünya artık cilalı taş devrindeki gibi, beden gücü değil, "beyin gücü "ne dayanıyor. Erkeğin fiziksel gücü bir avantaj olmaktan çıktı. Ayrıca kadınlar iş hayatında başarılı olmak için, daha fazla hırslı ve istekli halde geldi. Köyden kente göç, kitle iletişim araçlarının gelişmesi ile feminist akımın argümanları, kadının erkeğe bakış açısını ve kadın erkek ilişkilerinin yapışım değiştirdi. Erkekler bu yeni yapıya dönük, yeni bir tavır!tarz geliştiremediler. Bu nedenle kaybediyorlar, böyle giderse kaybetmeye devam edecekler. Artık kazanan kadın, kaybeden erkek.
"Bugün hayatımızın diğer günlerinden neden farklı olsun ki?" "Bugün birlikte savaşıyor ve bu savaşı kaybediyoruz. Sen ilk kez bir savaşı kaybediyorsun. Bu hiç de tahmin ettiğim gibi keyifli bir durum değilmiş." Simon ona itiraz etmek, savaşı kaybetmediğini, böyle bir lüksü olmadığını söylemek istese de buna cesaret edemedi. Baz'ın haklı olmasından ölesiye korkuyordu. Kılıcını indirip, "Ne istiyorsun Baz?" diye sordu bitkin bir sesle. "Sana yardım etmek istiyorum."
Sayfa 409
Geri111
174 öğeden 166 ile 174 arasındakiler gösteriliyor.