Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tahkikat komisyonu, Adnan Menderes, Celal Bayar
Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasına DP içerisinden de itirazlar gelmiştir. Samet Ağaoğlu'na göre bu itirazlardan bir tanesi de Anayasa Profesörü olan Ali Fuat Başgil'e aittir. Başgil, Menderes'in sorusu üzerine mevcut kanunun "Anaya­saya aykırı" olmadığını ama kaldırılması gerektiğini söylemiştir. İstanbul' da mey­dana : gelen öğrenci olaylarına değinen Başgil; bu olayları Fransa'da 1789 yılından sonra oluşan halk hareketlerine benzetmiş ve "toplananları dağıtmak için gönderilmiş askerler ve subaylarla dağıtmaya memur olan gençlerin birbirlerine sarılarak öpüştüklerini" gözlemlediğini ifade ederek, "ordu-mektep" ilişkisine dikkat çekmek istemiştir. Menderes'in istifa etmesi gerektiğini söyleyen Başgil'e, mezkur toplantıda bulunan Bayar'ın verdiği cevap ise, Bayar'ın İttihatçı kimliği ile mütenasip olmuştur: "Şimdi tenkit değil, tahrikçileri 'numune-i imtisal' olarak 'ten­kil' zamanıdır.
Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı kâinata câmi' bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek bir numune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır. Eğer insan maddî ve manevî her bir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur hem müzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُون۪ى hadîs-i şerifinin beyanında "Mahlukatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim." demiştir.a
Sayfa 20 - PDF
Reklam
İnsanlar çocukları numune-i imtisal ittihaz edip kalplerini tasfiye edecekleri yerde onlara da kendi ihtiraslarını telkin ile saffe-i ahlakiyelerini bozarlar. Fıtratın elinden lekesiz doğan bu vicdanı kirletirler.
Cesarette de Stratejiede de Numune-i İmtisal Bir Kadın
İslâm'ın kızı hem gözü kara, hem de o nisbette strateji sahibi olmalıdır. Yalana pay vermeden aleyhte gibi görünen durumları İslâm'ın ve Müslümanların lehine çevirir. Lakin bütün bunları en hassas Şeriat ölçüle- rinden hiçbirini ihlal etmeden yapar. Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe Hicret esnasında henüz Müslüman değildi. Bu yüzden oğlunun beş ya da altı bin dirhemden oluşan servetini alıp Medine'ye götürmesine bir anlam veremiyor, gözlerini kaybetmiş bir ihtiyar olarak hayıflanıyor, içini yiyordu. Torunu Esma'ya, "Bu adam sizi hem malının, hem de kendinin yokluğuyla perişan etti." dedi. Esma, "Hayır! Pek çok hayırlar/mal bıraktı, dede!" dedi. Gitti, bir miktar taş toplayarak onları evin para menfezine koydu. Üzerlerini de bir örtüyle kapattı. Sonra dedesinin elinden tutup, örtünün üzerine koydu. Ardından da, "İşte bize bunu bıraktı." dedi. Bunun üzerine taşları para zanneden Ebu Kuhafe rahatladı ve "Eğer size bunu bıraktıysa mesele yok." dedi. Hz. Esma, hem Allah Rasûlü'nün yol azığıyla alakadar oluyor, hem de geride kalanları teskin ediyor fakat bunu yalana pay vermeden yapıyordu. İslâm'ın kızları da içeride ve dışarıda zor şartlar altında mücadele etmek zorunda kaldıklarında her meselenin meşru dairede bir çözümü olduğuna inanacak ve karar verdikten sonra planını cesaretle tatbik edecektir
Hocalarına ve dostlarına karşı vefalı, talebelerine muhabbetli, dünya nimetlerine karşı istiğna duygusuna sahip numune-i imtisal bir insandır.
Sayfa 34
Batı'nın numune-i imtisal kabul edilmesi, Müslüman insanın numune olamayacağı imajını getirdi. Örnek insan olmak için, Batı kültürü farz-ı ayn yapıldı. Buna rağmen Batılı olamadık. Zaten olmamamız da gerekir. Zira Allah insanları farklı farklı yaratmıştır.
Sayfa 8 - BEYAN Yayınları 11. BaskıKitabı okudu
Reklam
Hidayet
Hidâyet; hak yolu beyan etmek, doğru yola gitmek, ulaşılmak istenilen şeye yol göstermek, hak yola bilfiil ulaştırmak ve böyle bir yola girmek manalarınadır. Mübarek peygamberlerin sözleriyle ve kendilerine indirilen kitaplarla, insanları hak yola davet ve teşvik etmeleri de bir hidâyet demektir. Hidâyet, hak yolu göstermek veya hak yola götürmekle olabilir; buna, irşâd denir. Hidâyet, ulaşılmak istenen manevî derecelere erdirmekle de olabilir; bu ise tevfîk diye isimlendirilir. Leyl Sûresi’nin 12. âyet-i kerîmesinde buyurulmuştur ki -meâlen-: “Şüphe yok ki: Hidâyet  yolunu göstermek, bize aittir.” Yani, Allâhü Azîmüşşân, insanları yaratmış, onlara hak ile bâtılın arasını ayırt edebilecek bir fıtrî kabiliyet vermiştir. Ve onlara, peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla hayır ve şer yolunu bildirmiştir. Bu, insanlık hakkında İlâhî bir rahmettir. İnsanlar, Allâhü Teâlâ’nın kendilerine lütfettiği hidâyet yolunu takip etmeli; ebedî kurtuluşlarını temine çalışmalıdırlar. Kişinin bu hâli başkalarının da hidayetine vesile olabilir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) “Allâhü Teâlâ’ya yemin ederim ki, senin hüsnü hâlin sebebiyle bir kimsenin hidayete nâil olması, senin için kırmızı develerden, (yani en nefis, en kıymetli şeylerden) daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır. Bir mümin, fazilet ve dînî yaşayış itibarı ile başkalarına imtisal numunesi olmalıdır. Böyle bir müminin hâlinin irşadı ile başkalarının istifade edip hidayet bulmaları, o insan için en büyük bir şereftir, en kıymetli bir kazançtır. Başkalarına kötü numune olan bir kimse ise insaniyetten mahrum bir kimse demektir.
Televizyonun emzirdiği kuşaklar daha hareketli olunca öğretmeni de zorluyorlar.Öğretmeni bir numune-i imtisal olarak,bir şey alabilecekleri,özdeşim kurabilecekleri bir figür olarak değil sokakta rastgele bir arkadaşlarıymış gibi görüyorlar.
ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYATIN BİR DELİLİ
Bakara Sûresi’nin 260. âyet-i kerîmesi, Cenâb-ı Hakk’ın kudretine ve âhiret âlemine dair bir delildir ki şöyle tefsir edilmiştir: Habîbim! Ve o vakti de yâd et ki İbrahim aleyhisselâm niyâz ederek, “Yâ Rabbi! Ölüleri nasıl ihya edeceğini bana göster.” demişti. Cenâb-ı Hak da Hz. İbrahim’e “İnanmadın mı?” diye buyurmuştu. Hz. İbrahim de “Evet,
Bir mü'min, gönül âlemini İslâm'ın zaråfet. nezaket ve güzellikleriyle tezyin etmeli; hâliyle, kâliyle ve davranışlarıyla nümune-i imtisal olarak hakkı tebliğ ve hayra teşvikte örnek teşkil etmelidir. Zîrâ hakka dâvet vazifesinin hakikati, Rabb'e aşk ile yönelişte gizlidir.
Sayfa 158
Reklam
344 syf.
·
Puan vermedi
·
10 günde okudu
Fatma Aliye gibi zamanının en değerli, kıymetli, ilimle yoğrulmuş, okuma askiyla yanıp tutuşmuş ve büyük mücadeleler vermiş bir değeri unutulduğu yerden çıkarıp gündeme getiren yazara teşekkürü borç bilirim. Bir ufuk ve gaye insanını bir öncüyü tanimis olmaktan cok mutluyum. Yaşadığı zorluklara göğüs germesi ve metanetinin de hayranı oldum. Tavizsiz bir insan, kendiliğin çok ötesinde.. idol, önder olacak bir numune- i imtisal...
Fatma Aliye: Uzak Ülke
Fatma Aliye: Uzak ÜlkeFatma Barbarosoğlu · Profil Yayıncılık · 2017243 okunma
K.S(...)Çocuklar da, gençler de “Vdeo nesli”, çok fazla vakit kaybetmişler televizyon önünde, ekran önünde; daha kıpır kıpır hale gelmişler. Hayat onlar için daha hızlı aksın istiyorlar. Normalde yaşadığımız hayat onlara yetmiyor artık, yavaş geliyor çünkü beyinlerinin hızı, ekranın hızına ayarlanmış. Üç saniyede bir görüntünün değiştiği, her köşe başından makineli tüfeklerin çıktığı bu dünyada çok dikkatlı olması, hızlıca oradan kurtulması lazım. O aksiyona ayarlı çocuklar, okulda da rahat duramıyor işin doğrusu. Bu çocukları doktora getiriyorlar, dikkat eksikliği teşhisi konuluyor. Halbuki daha sistemsel bir sorun bu; o çocuğun ekranın başında unutulmaması gerekiyordu. Anne, babaların çocuklarla daha organık, göz göze, diz dize vakit geçirmiş olması gerekiyordu. Televizyonun emzirdiği kuşaklar daha hareketli olunca öğretmeni de zorluyorlar. Öğretmeni bir numune-i ımtısal olarak, bır şey alabilecekleri, özdeşim kurabilecekleri bir figür olarak değil sokakta rastgele bir arkadaşlarıymış gibi görüyorlar. Bu durum da, modern çağda okullarda aktarımı engelleyen şeylerden biri.
Madem rızk mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenab-ı Hak'tır; o hem Rahîm, hem Kerim'dir. Onun rahmetini ittiham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette gayr-ı meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle; vicdanını belki bazı mukaddesatını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-i haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir. Evet ehl-i dünya, hususan ehl-i dalalet; parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrib etmeye bazan vesile olur. O pis hırs ile gazab-ı İlahîyi kendine celbeder ve ehl-i dalaletin rızasını celbe çalışır. Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalaletin münafıkları, sizi insaniyetin şu zaîf damarı olan tama' yüzünden yakalasalar; geçen hakikatı düşünüp, bu fakir kardeşinizi nümune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki: Kanaat ve iktisad; maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden ona mukabil bin kat fazla fiat isteyecek. Hem her saati size ebedî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur'aniyeye sed çekebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki; her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.
149 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.