Ekşi sözlükte gezinirken eksisozluk.com/kafkaesque--491638 isimli kullanıcının derlediği okuyup bazı noktalarına çok şaşırdığım bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne kadarı doğru pek emin değilim ama yazılan bir çok bilgiye az çok aşina olduğumu hayretle farkettim.
Buyrun;
Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan
Kısa bir süre önce, Dostoyevski’nin okumadığım kitaplarını da bitireyim artık, demiştim. Sonra okuduğum, okumadığım diye ayırmadan tüm kitaplarını kronolojik bir şekilde okuma kararına varmam sonrası, bu büyük yazarı daha iyi anlamak amacıyla başladığım bir kitap oldu Henri Troyat’ın yazdığı bu biyografi. Hayatımdaki 1-2 olay neticesinde
Bu incelemede kitabın içeriğiyle ilgili önemli noktalar olabilir!
Eğer kitabı okumayı düşünüyorsanız ve etkilenmeyeceğinize inanıyorsanız okumaya devam edin.
Ya da yine okumayı düşünüyor ve etkilenmenize rağmen kitabı okuyacağınız süreye kadar hafızanızdan atabileceğinize inanıyorsanız yine devam edin.
Ya da sadece bu incelemeyi ben yaptığım için
SENİ BİR BEN ANLADIM SANIRIM BEN DE YANLIŞ ANLADIM..
Ben ona Behçet diyorum. Kendi karakterinden ötürü sanırım aramızda böyle bir yakınlık oluştu.
Eminim hayatta olsaydı ve bir karşılaşma imkanımız bulunsaydı “Behçeeeeeet” dememden kesinlikle rahatsız olurdu.
Bazı yazarları tanımıyoruz, tanıyamıyoruz. Ama nasıl?
Genelde çoğu kişinin düştüğü hata
#98799161
Ocak ayı içinde Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç kitabını okumuştum. Birkaç kitap sonra Virginia Woolf okuyacağımı hissetmişim de, ön hazırlık için okumuşum sanki. Oysa Hüseyin Rahmi’nin kitabının içindeki feminist yaklaşımdan hiç haberim yoktu. Çoğuna göre o eğlencelik, çerezlik
Gece gündüz okumak, ciltleri yutmak, uykusuzluklar...
Çünkü hiç kimse öğrenmek için okumaz, unutmak için okur insan.
Geleceği ve takıntılarını yok ederek bunalımın kaynağına kadar gitmek!
İçimdeki huzuru ararken huzursuzlukta kayboldum ben. Bir masal değildi belki sonu mutlu biten ama değerdi her şeye...
Çöllü kitaptır benim için, Orta Doğu kan ağlar tarih bile acıtmaz artık canını. Ne hikayeler, ne acılar, ne vazgeçişler, ne mitler, ne efsaneler sığdırmış yüreğine. "Ben bir insandım." der son nefesinde insanlar ayrımcılığa kurban giderek ölümünde.
Çöllü kitap, huzursuzluk...
Kalbe dokunan ve kaçınılmaz gerçeklerin romanı. Okumak için değil sayfaları yutmak için muhteşem bir eser. Livaneli'nin okuduğum ilk kitabı ve diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum. Huzuru belki bir gün bulmak dileğiyle, iyi okumalar...
HuzursuzlukZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 201799,6bin okunma
"Bazı kitaplar tadına bakmak, bazıları yutmak ve bazıları çiğnemek ve sindirmek içindir. "
Bu söz şu anlama gelir: Bazı kitaplar sadece bölüm bölüm okumak içindir, bazıları okumak içindir ama büyük dikkat vererek değil ve bazı kitaplar tamamen büyük bir dikkat ve emek vererek okumak içindir.
Ciddi okurlar bilirler ki, kitap okumak sayfaları, cümleleri yutmak değil; içlerinden kendi hayatımız için bir şeyler çıkarabilmek. Tabi okuya okuya, okur artık usta bir avcı haline gelir. İyi düşünce avcısı.
Avcı mı? Gezgin mi? Okumak için okumak mı? Yaşam için okumak mı? Sanırım okurken kendimize sormamız gereken sorulardan birkaçı..
Metafor Olarak Okur, ciddi okurların, okumak için okuyanların, hobi olarak okuyanların..Kısaca okuma edimini seven her okurun okuması gereken bir kitap..
Chesterton, ''Her sıradan kitabın bir yerinde gömülü beş altı söz vardır, geri kalanların hepsi aslında onlar için yazılır.'' demiş ya hani.. Bu kitap ise, baştan sona okuma üzerine yazılmış ve sayfa sayısından çok daha fazla söylenecek anlam barındırıyor.
Manguel, bu nezih kitabın son sayfasında şöyle diyor:
''Biz okuyan yaratıklarız, sözcükleri sindiririz, sözcüklerden meydana geliriz, sözlerin dünyada bulunmamıza araç olduğunu biliriz, ayrıca gerçekliğimizi sözcüklerle belirleriz, bizler de sözcüklerle özdeşleşiriz.''
"Sana asla olabildiğince çok kitap okumanı önermiyorum. Ancak hatırlamalısın ki bazı kitaplar tadına bakmak, bazıları önce ağızda iyice çiğnemek ve bazıları da bütün halde yutmak içindir.
ah zarifoğlu, ah zarifoğlu!
en sevdiğim şairin bu kitabını edinir edinmez heyecan ile açtım sayfaları. bir çırpıda yalayıp yutmak istedim ne kadar kelime var ise. -eh ama yapamadım nihayet.-
çünkü sevgili dostlarım, kitapta hemen hemen her cümle üzerinde düşünüyor insan. öyle ağır, öyle düşündürücü sözler var ki! sadece kendi yaşadığı zamanı değil, resmen günümüzü de görmüş de yazmış zarifoğlu.
kitapta genel olarak doğaya ve eskiye kaçışın havası esiyor. ki bence haklı olarak. zarifoğlu’nun da dediği gibi beton kaykılı bu dünyada elbet yaşanmıyor.
onun dışında belirttiğim gibi kitap yaşam üzerine çok düşündürücü. kendisine ait anıları derlemiş bu eserinde. okurken bir çok kez kitabı elimden bırakıp düşünmek, bir cümleyi defalarca okumak, bir çok satırın altını çizmek zorunda hissettim kendimi. bazen kelimeleri çokça da zorluyor zihni. şimdi dönüp sayfalara bakınca, bir çok da not aldığımı fark ediyorum kitap üzerinde.
“şâir, yaşamayı varlık ve oluşun özüne dokunan bir derinlik içinde algıladığı ve arka plandaki hikmetle anlaşarak yaşadığı için, hikmetin onun anlatımında parıldaması pek tabiidir.”
satırlarında Yaradan’ın varlığını iliklerine kadar hissediyor insan. zarifoğlu resmen özüne dönmesi için kalemiyle zorluyor insanı.
“bir kalbiniz var,” diyor, “onu tanıyınız.”
Yorgunsun. Uyudukça daha yorgun, uyudukça uykuya daha açsın. Solgun zamanların en soğuk, en sert yastığına başını yaslayıp günlerce öylece kalmak istiyorsun. Kimse sessizliğine dokunmadan, kimse seni aramadan öylece uyumak istiyorsun... Yatıştırmak istiyorsun paramparça düşlerini. Çözmek istiyorsun insandan daha çok can yakan hayatın ellerini.